İnsanoğlu doğduğu andan itibaren sürekli çevresi ile etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim sürecinde kişi zaman zaman kendisini öyle pasifize eder/edilir ki artık her şeye boyun eğen, hiçbir şeye itiraz etmeyen, hiç bir şeye hayır diyemeyen bir birey haline gelir.
Bireyin etkileşime girdiği insanlara hayır diyememesinin pek çok nedeni vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir: Yalnız kalma korkusu, dışlanma korkusu, yetersizlik duygusu, sevilmeme düşüncesi, çevresindekilerin kırılacağı ya da üzüleceği düşüncesi… Nedenlere şöyle bir baktığımızda bireyin davranışlarının merkezinde hep çevresindeki insanların tepkilerinin yer aldığını görürüz. Aslında birey mutlu ya da mutsuz olacağına çevresindeki insanların tutumuna ve davranışlarına bakarak karar vermektedir. Bu durum elbette ki sağlıklı değildir. Böylesi kişiler arası ilişkilerde kişi tamamen siliktir, hayatının merkezinde kendisi olmasına rağmen başkaları tarafından uzaktan kumanda edilebilen, duyguları ve düşünceleri sürekli yönlendirilen bir yapıya dönüşmüştür.
Bu karaktere sahip bireyler sürekli yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar. Çünkü; motivasyon kaynakları hep dışarıdan gelmiştir. Hem aile yaşamında hem de sosyal ilişkilerinde olabildiğince az sorumluluk almayı ve kendilerine verilecek görevlere dört elle sarılmayı tercih ederler. Çünkü; inisiyatif almaktan, hata yapmaktan son derece korkarlar. Kişi kendisine verilenle yetinir, fazlasını asla istemez ve talepkar değildir. Ayrıca son derece kararsız olan bu bireylerde onaylanma ve takdir görme arzusu son derece yoğundur. Bu kişilerin çocukluk evreleri incelendiği zaman karşımıza şunlar çıkacaktır: Sevgi ihtiyacı karşılanmadığı için, sürekli kendisini sevdirmek zorunda kalan, yalnız kalmamak için istemediği ortamlarda bulunan ve büyük çoğunlukla kimseye hayır diyemeyen çocuklar olduğunu görürüz. Çocukluk çağı insanın anavatanı olduğu için, birey yetişkinlik döneminde bile çocukluk çağındaki alışkanlıklarını ve kendisine biçilen rolleri devam ettirme eğiliminde olacaktır. Kişi tabiri caizse kendi hayat hikâyesinin figüranı konumundadır. Geçmiş yaşam tecrübeleri her zaman insanları memnun ve mutlu etmek üzerine kurulu olduğu için kendisini genelde dert yükü olarak tanımlar. Bununla birlikte yılların yorgunluğu ve tükenmişliği kişinin gönül dünyasında yer ettiği gibi jest ve mimiklerinde de hayat bulmaktadır.
Hayat yolcuğunun direksiyonuna başkasına veren bir birey, artık kendisine biçilen rollere girmek durumunda kalacak, yaptığı fedakârlıklar görevi haline gelecek, insanlara en ufak bir sınır koymadığı için çoğu zaman sinir sahibi olacaktır. Mevcut durumdan rahatsız olup bu düşüncelerini dile getirdiğinde ise fikirleri önemsenmeyecek, ısrarla kendini anlatma çabasına girdiğinde ise hiç ummadığı tepkiyle karışılacaktır. Çünkü; insanlar o kişiyi eskisi gibi kullanamadıkları, manipüle edip yönetemedikleri için onun değiştiğini söyleyip, kişiye kendisini kötü hissettirip tekrar boyun eğmesini sağlayacakladır. Başkalarının düşüncesi o denli baskın ve belirleyici hale gelmiştir ki artık birey kendini anlatmak için en ufak bir gayrete girmeyecek, girse de sonucun değişmediği ve artık kendi hayatının bu şekilde devam edeceğine sıkı sıkıya inanmaya devam edecektir.