Müslümanlar nimete nankörlük ederlerse; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır”(Ali İmran.105) ayetiyle acıklı sonun onları beklediğini bildirmektedir. Ayette zikri geçen azab; “O, sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye, ya da sizi gurup gurup birbirinize düşürmeye ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.”(En’am:65) ‘Yukarıdan gelen azabı’ zorba yöneticilerin baskıları, sınıf tahakkümü ve zulümleri, ‘aşağıdan gelen azaptan’ maksat da mağdur halk kitlelerinin ayaklanması ve bunun yol açtığı toplumsal yıkım şeklinde anlayabiliriz.”(Kurtubi)

Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etmeniz sebebiyle, üzerinize taş yağdırma veya yağmur yağdırarak tufan meydana getirme azabı gibi yahut ayaklarınızın altından yeri yarıp sizi oraya geçirme veya zelzele meydana getirip bulunduğunuz yerleri başınıza yıkma azabı gibi ya da sizi birbirinize düşürüp çeşitli fırka ve hiziplere ayırarak bazınızı diğerine musallat edip sizi birbirinize öldürtme azabı gibi azapları size vermeye kadir olan Allahtır.(Taberi) Burada müslümanların Allah’ın düşmanlarına karşı kendi aralarında siyasi bir güç oluşturmadığı zaman birbirlerine musallat edilmeleri de vurgulanmış olup ve işlerinizi öylesine karıştırır ki, bu karışıklıktan sonra bir daha bir araya gelemezsiniz. Böylece o sizi, çeşitli fırkalar haline getirir de, artık bir daha tek bir fırka olamazsınız. Fırka fırka olduğunuz zaman da birbirinizle savaşırsınız, manasındadır. “Kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya” tabirinin manası da budur.(Razi)

Allah, yukarılarından ve ayaklarının altından azap vererek cezalandırdığında tabiat olaylarını kullanırken; bu ceza şeklinde ise toplumsal olayları kullanacağına işaret etmektedir. Toplumu guruplara ayırarak tefrikaya düşürmek, bu yolla işlerini, içinden çıkılmaz hale getirmek de bir ceza şekli olmaktadır. Bu gün en ufak bir kıvılcımda toplumun menfaatini düşünmeden ve pusuda bekleyen İslam düşmanlarının en ufak telkiniyle sosyal medya vasıtasıyla kitlelerin, sokak ve caddeleri doldurduğu günümüzde bu durum en bariz bir şekilde görülmektedir.

Ayetin, bölünüp parçalanmayı bir felaket olarak gösteren kısmı, özellikle manidardır. Gerçekten Allah’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiili çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir. Bu azap türü, kalıcı ve uzun sürelidir. İnsanlar bunu kendi elleriyle tatmakta ve yudumlamaktadırlar. Çünkü Allah, onları parçalara ve guruplara ayırmıştır. Birbirinden ayırt edilmeyecek ve ayrıştırılamayacak şekilde birbirlerine girmişlerdir. Artık sürekli bir tartışma, kavga, düşmanlık ve çekişme içindedirler. Çünkü tüm kullar tarafından kabul edilen ve tek ilah tarafından konulan ölçüye uymamışlardır. Zira dikkat etmemiz ve üzerinde durmamız gereken aşikâr bir gerçek vardır: İslam tarihindeki med ve cezirleri, yükseliş ve düşüşleri, zafer ve hezimetleri inceleyen bir kimse, açıkça ve kesin olarak görür ki, bu ümmetin başarısı, kurtuluşu ve kuvveti, dine bağlılığı derecesiyle alakalıdır. Ondan yüz çevirdiğinde, işlediği cürüme uygun bir ceza olarak, her yanından musibet ve yaralar almıştır.

Fikir ayrılığından kasıt; herkesin aklına geleni doğru sanması ve kendi düşüncesinden başka düşünceye imkân tanımamasıdır. İnsanlar Allah’ın vahyettiği, hak sözde birleşmezlerse, kendi akıllarından çıkan dini düşünceler, onların bölünmesine, birbirlerine düşman olmasına neden olur. “Allah’a ve rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider”(Enfal:46) buyruğu gücün kırılması, düşman karşısında bozguna uğramanın ve perişan olmanın simgesi yapılmıştır. İhtilaf ve çekişmenin düşmanlık getireceğini ve neticede müslümanların güç kaybına uğrayacağı vurgulamaktadır. Çünkü tefrika zayıflık doğurur, birliğin ve bütünlüğün gücü kaybolur, müslümanlar tefrika ve bölünmeden sonra, onları birbirlerine bağlayan bağdan yoksun olur ve anarşi içinde kalır.

Süleyman (as)’ın oğluna şöyle dediği rivayet edilir: “Çekişmeyi bırak. Çünkü onun faydası azdır. (Üstelik) o, kardeşler arasında düşmanlığı körükler, tahrik eder.”(Darimi) Yaşamak isteyen bir millet için vahdetin lüzumu onların önceliklerindendir. Vahdeti tesis eden bir toplumun fertleri birbirine o kadar kaynaşır ki, onları bir duvarın taşları gibi birbirine kenetlenmiş olan cemaat halinde görürsün. Bundan dolayı düşmanın topu ve tüfeğiyle kolay kolay devrilmezler. Kale içinden fetholunur sözü ne büyük bir hakikattır! Müslümanlar için bu hakikatten gafil olacak zaman değildir. Müslüman milletler, hariçteki düşmanı bırakıp da dâhilde birbirleriyle uğraşmasınlar. Varlıklarına bir bir son verilen müslüman devletlerin hallerinden ibret alsınlar. Çünkü yıkılışlarına, birbirleriyle tefrika halinde oluşları sebep olmuştur. “Sen! Ben! Desin efrad, aradan vahdeti kaldır; / Milletler için işte kıyamet o zamandır” “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” diyen şair ne güzel demiştir. Fİ EMANİLLAH.