Uhud Muharebesi için, müslümanlar Medine’den çıkmadan önce gerekli olan tüm hazırlıkları tamamladılar. O sırada yahudilerden bir grubun münafıkların reisi Abdullah b. Übey kumandasında İslam ordusu ile birlikte savaşa gitme hazırlığına girdiklerini gören peygamber (sav) “Müslüman mı oldular?” diye sordu. “Hayır, ya rasulullah” cevabını aldığında ise ashabına dedi ki; “Onlara geri dönmelerini söyleyin. Biz müşriklere karşı müşriklerden yardım dilemeyiz.” İslam askerlerinin tam düşman tarafından görüleceği bir mevkiye varıldığı zaman, Abdullah b. Übey mahiyetindeki üçyüz askerle firar etmiş ve “Muhammed, onlara itaat etti ve bana itaat etmedi, vallahi ey insanlar, burada kendimizi neye öldüreceğimizi bilmiyoruz,” dedi. Ve ordudan 300 kişiyle ayrıldılar. Bu şekilde müslümanların sayısı 700 kişiye düşmüştü. Baş münafığın bu nazik durumda gösterdiği bu direnişin asıl hedefi düşmanın gözü önünde İslam ordusunda bir sarsıntı ve çalkantı meydana getirmekti. Böylece ordunun büyük bir kısmı peygamber’den ayrılacak ve onunla birlikte kalanların da morelleri yıkılacak, bu manzarayı gören düşmanın gayreti artıp cesareti kuvvetlenecekti.

Peygamber (sav), Uhud meydanına gelindiğinde İslam ordusuna arkasını dağa, yüzünü müşriklere dönecek şekilde saf tutturdu. Başında ensar’dan Abdullah b. Cubeyr’in bulunduğu elli okçuyu müşriklerin geriden kuşatmalarına engel olmak için hassas bir tepeye yerleştirdi ve onlara şu emri verdi: “Arkamızı düşmandan gelecek herhangi bir saldırıya karşı koruyun. Onlara ok atın. “Atlıları, bizden oklarla uzaklaştır, arkamızdan gelmesinler.” “Düşman galip de olsa mağlup da olsa benden emir gelmedikçe yerinizden ayrılmayınız.” Veya “müslümanların üzerinde leş kargaları görseniz dahi kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız.”

Uhud yenilgisinden sonra Medine’ye dönenler, bozgunun sebeplerini araştırırlarken bir bölümü “Allah bize zafer vedetmişti neden bozguna uğradık?” diye sorunca Allah; “Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah size olan vadini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı, size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (peygamber’in verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu”(Ali İmran:152) diyerek cevap vermiştir. Müslümanlar mühteşem bir zaferin altına imza atmaktayken, bir tutum belirleme konusunda yılgınlığa düşüp isyan edince ve iş konusunda çekişmeye başlayınca acı gerçek gerçekleşti. Dünya nimetine olan güçlü eğilim, kalpleri yılgınlığa sürükledi, bu da beklendiği üzere gevşekliğe, bölünmeye sebebiyet verdi. Zaferin şartı, verilen emri sabırla harfiyen yerine getirmek, disiplini bozmamak, komuta kademesinin plan ve programının dışına çıkmamaktı. Ganimet sevdasına kapılanlar bunun dışına çıktılar. Bu gerçekte bir isyandı, küçümsenecek gibi değildi. Bu yüzden, sanki müminlerin tümü buna katılmış, bu hatayı işlemiş gibi “isyan ettiniz” denmiştir. Çünkü sonuçta savaşın ağır faturası bütün müslümanlara çıkmış, uhud onların hesabına bir bozgun olarak yazılmıştır. Uhud, dünyaya zaafın her olayda olduğu gibi savaşta da ne kadar etkileyici olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. İbn Mes’ud, “Uhud gününe kadar içimizde dünyayı isteyenler olduğunu fark edememiştik” demiştir.

Savaş müslümanlar’ın mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı. Müslümanların ölüleri üzerine ağlamaları esnasında münafıklar hile ve desiseye başlamış, müslümanları hüzünlendirerek peygamber’in etrafından dağıtma gayreti içine girmişlerdi. Yahudilerin hile ve desiseleri açıkça ortaya çıkmıştı. Medine tıpkı kazan gibi münafıklık ateşi ile kaynamakyaydı. Yahudiler; “Eğer Muhammed peygamber olsaydı, Mekkeliler onu yenemezlerdi. Ve bu felakete de uğramazdı. Dünya ise bazen kişinin lehine, bazen de aleyhine olur.” Münafıklar da yahudiler gibi söylemişler ve müslünmanlara; “Eğer bize uysaydınız, bu felaket başınıza gelmezdi” diyorlardı. Kur’an münafıkların durumunu da tasvir etmiştir. Münafıkların ve düzenbazlıkta ustaları konumundaki kardeşleri yahudilerin zayıf imanlı müslümanların kalplerinde iz bırakmak için ortaya attıkları ve başarılı da oldukları şüpheleri, vesveseleri gidermiş, ayrıca içlerinde gizledikleri Allah ve rasulüne olan düşmanlıklarını da açığa çıkarmıştır. Ayrıca bu savaşın ortaya çıkardığı yüce gayeler ve derin hikmetlere de işaret etmiştir. “Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır.”(Ali İmran:179) Murdar ve temiz bir araya gelmişse, her ikisini ayırmak için temyiz işlemi gerekir ki, temyiz hayatın maddi ve sosyal pratikleri içinde zorlu bir sınavdan geçme işlemidir; bu bazen altının ateşin içinde erime işlemine tabi tutulmasına yani bela ve fitneye benzer. Çünkü ancak bu sayede sahte ve sahih olan ayrılmış olur.

Müslümanlar için günümüze ışık tutacak en büyük ders şüphesiz ki; kıyamete kadar gelecek müslüman toplumlarda, bir şekilde iktidar, servet, statü, şöhret ve benzeri dünyevi menfaat ve hedefler peşinde olan insanların müslümanlara karışabileceklerini göz önünde bulundurmamız lazım. Özellikle müslümanların, büyük bedeller ödeyerek iktidara, maddi veya sosyal bir nimete yaklaştıkları zamanlarda bu kendi çıkarlarından başka ilkeleri ve kaygıları olmayanlar herkesten çok müslüman kesilir, gerekiyorsa hemen sakal bırakır, mescitlere koşar, hanımının başını örttürür ve İslami şahsiyetlerin etrafında fırıldak gibi dönerler, böylece etkili mevkiler kapmaya çalışırlar. Bu çıkarperestler, iktidar ve menfaat sürdüğü müddetçe sahte pozisyonlarını korurlar ama en ufak bir tehlike belirdiğinde hemen gemiyi ilk terk edenler de onlar olur. Bir bakmışsın ki, bir anda müslümanların nişanelerini üstünden atmış, bir anda muhalif pozisyonuna geçmişlerdir. Bu çerçevede bakıldığında uhud savaşı tarih boyunca devam eden trajik bir beşeri tecrübedir, bu yüzden ondan çıkarılacak dersler ve ibretler üzerinde durmak gerekir. Bu sayede Allah murdar olanları temiz olanlardan ayırmaktadır. Müslüman iktidarların en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri şüphesiz ki, fedakâr dava arkadaşlarını, nasıl olsa bunlar bizimdir küsmezler! Deyip, bahsi geçen şarlatanları kazanalım bahanesiyle makam ve mevkileri onlara ülüfe olarak vermemeleridir. İş bitikten sonra şarlatanlar kazanılmamış ve eski fedakâr dava arkadaşları da küsmüş olarak görülecektir. Bu böyle biline!!! Fİ EMANİLLAH.