25.11.2018. Urfa Kitap Fuarı’ndaydım. Bir grup genç kardeşimiz Sebe Yayınları standına gelip kitaplara bakıyorlardı. Görevli arkadaşımızla bir ara sohbet ettiklerine şahid oldum. Görevli arkadaşimiz yanıma gelip ‘arkadaşlar sizinle konuşmak istiyorlar’ dedi. Ben de hay hay dedim. İçlerinden biri iki üç arkadaşı ile yanıma gelip elindeki iki dergiyi bana uzattılar. Aldım dergileri masaya koydum ve buyurun dedim. Tanışma safhasından sonra bana, (hocamız hakkında kanatlerinizi öğrenmek istiyoruz) dedi. Ben de namaz kıldığı ve İslam’dan bahsettiği için müslüman olarak kabul ettiğimden dolayı kardeşim olarak onu görüyorum, fakat ‘keşke kendisi olsaydı da ona söyleyeceklerimi söyleyebilseydim’ dedim. Beni onun yerinde kabul buyur da öylece konuş, hocam dedi.

Bugün Türkiye’de yaşayan mütedeyyin oyların % 52,5 oy alan bir seçmen potansiyelini karşınıza alıyorsunuz. Diğer taraftan % 47,5 seçmen potansiyeli ise sizi tamamıyla kabul etmiyor; böylece tebliğ sahanız kapanmış oluyor da marjinelleşiyorsunuz. Peygamber’imizin fermanı ise; “İnsanların arasına girip sıkıntılarına katlanan kişi, insanların arasına girmeyip sıkıntılarına katlanmayan kişiden daha sevap kazanır” yönündedir. Böylece Aczmendi’lerden ne farkınız kalıyor ki? Sonra birileri sizi kullanır ve hep böyle muhalif kalırsınız! Bir tebliğcinin görevi, insanların hatalarını araştırmak değil belki onları nasıl kazanabilirim yollarını aramasıdır. Bir üstada demişler ki; Namaz kılmayanın hükmü nedir? O da; elinden tutup camiye götürmektir. Biz kadı (hâkim) değil, davetçiyiz. Kadılar zanlıyı araştırır suçunun tespiti, ya da suçsuzluğunun tespitini yapmak için. Ancak tebliğcinin görevi bu değil, insanları kazanmaktır. Doktor hastasını nasıl ki hayata kazandırmak için çaba gösteriyorsa, tebliğci de insanları kazanmak için çaba göstermelidir.

Ama hocam parlamentoda çıkarılan kanunlar İslam kanunları değildir demez mi? Kardeşim! Hepsine toptan gayri İslami kanunlardır da diyemeyiz. Mekke dönemi yaşarken, Medine dönemini müslümanlara dayatmak hangi İslam’ın emridir? Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve onların da Allah’tan razı olduğu ve en hayırlı nesil ünvanına sahip olan peygamber ve onun ashabına tanıdığı töleransı, Herhalde bu kadar günah içinde yüzen ve zayıf imana sahip olan 21. yüzyılın insanından esirgemeyecektir. Bir iktidar muktedir olmayıncaya kadar yapılan günahlardan mesul değildir. Allah Kur’an’ı peygamber için 23 yıla serpiştirdi. Sünnetullah olan tedric peygamber için geçerlidir de, günümüzdekilere geçerli değil midir? Peygamber (sav) Müşriklerle antlaşmalar yaptı, yahudi ve hıristiyanlarla da yaptı. Peygamber onların bazı caiz olmayan şartlarını kabul ettiği gibi onlar da onun bazı şartlarını kabul etti. Zaten anlaşma karşılıklı taviz değil midir zannediyorsunuz? Müslümanlara “Bu gün dininizi ikmal ettim” ayetini delil getirerek müslümanları güçlerinin fevkinde bir muameleye tabi tutmak onlara zulüm olacaktır.

Peygamber (sav)’in Mekke döneminde, müşriklerle beraber müşriklere karşı Ficar muharebesine katıldığını, Hulf’ul-fudul gibi üyeleri tamamıyla müşriklerden meydana gelen bir derneğe kaydolup, peygamberlikten sonra da çağrılırsa tekrar üye olacağını söylemiş ve Daru’n-Nedve gibi müşriklerin parlamentosuna katılıp, iyi kanunlar çıkarıldığı zaman sevindiğini ve kötü kanunlar çıkarıldığı zaman üzüldüğünü gözden ırak tutmamak gerekir. Bu tamamıyla güçle ilintili bir şey olup, gücü daha fazlasına yetseydi müdahale de edeceğini gösteriyor. Zira bir hadiste bu hali ümmeti için vacip kıldığını görmekteyiz: “Sizden her kim bir kötülük gördüğü zaman eliyle müdahale etsin. Buna gücü yetmezse diliyle ikaz etsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle nefret etsin. Peygamber’in daru’n-Nedve’de durumu bu idi. Çünkü ancak kalbi, nefret etmeye güç getiriyordu. Kâbe’de 360 put olmasına rağmen namaz kılardı. Mekke fethine geldiği zaman ise putlar teker teker yıkıldıktan sonra namaz kıldı.

Daru’n-Nedve kanunlarından bir tanesi; “Kişi Mekke’yi terk ettiği zaman aynı zamanda milliyetini inkâr ediyor demekti. Milliyetini elde etmesi için de nüfuzlu bir müşriğin himayesine girmesi şart koşuluyordu.” Bundan dolayı peygamber (sav) Taif’e gittiği zaman bu kanunla karşı karşıya kalmıştı. Taiften gereken ilgiyi bulamayınca Mekke’ye de ancak bu kanundan istifade ederek El-Mut’imu-İbn Adiy himayesinde girebildi. Peygamber daha önce de müşrik olan amcası Ebu Talib’in himayesinde idi. Böylece müşriklerin örf, adet ve kanunlarından istifade etmiştir. Ona caizdir de 21.yüzyıldaki insanlara caiz olmaz mı? Hani peygamber Kur’an’ın tabiriyle müslümanlar için rol modeldi?

Peki, hocam oy kullanmak kanunları onaylamak değil midir? Deminden beri ne söylüyorum? Oy kullanmamak; benim için iyi gelmiş, kötü gelmiş fark etmez demektir. Oy kullanmamak kötüye yardımcı olmaktır. Allah Kur’an’da ehli kitabı, mecusilere tercih etmiştir. Yahudilerin hiristiyanlara nazaran daha kötü olduğunu söylemiştir. Bu yüzden, Muhammed Abduh El-Menar’da, Said Havva El-Esas’ta; “İki inekperest aday Hindistan’da adaylıkları söz konusu ise, biri gelirsem müslümanlara müreffeh bir hayat, diğeri ise müslümanlara böyle bir hakkı vermeyeceğini söylüyorsa, müslümanların birincisine oy vermeleri vaciptir” diyor. “Ehveni şer şer değildir” “Hepsine ulaşılmayan şeyin tümü terk edilmez” kaideleri bu konuda fıkhımızın temelini oluşturuyor. Allah rızası için maslahatları gözetelim öylece hareket edelim, müslümanların öncelikli sorunu vahdeti oluşturmaktır, bizim muhabbet fedaileri olmamız lazım husumete vakit ayırmak hıyanet olur. Birbirimizi sevmezsek iman etmiş sayılamayız kardeşim dedim

Peki, hocam! Hocamız ne suç işledi ki hapse tıkadılar? Orasını ben bilmem, onu mahkemeler belirleyecektir. Türkiye 15 Temmuz gibi bir deneyim geçirdi. Fetö’ye de milletimiz güvendi ve okullarına çocuklarını teslim etti. Anak sonunda neler olduğunu hepimiz beraber gördük. Benim şahsi fikrim, Hz. Ali’nin Haricilere; “Siz silahınızı millete çevirmeyip, terör estirmediğiniz müddetçe istediğinizi söylemede serbestsiniz” dir. Fikir ve düşünceler özgürce söylenmesinden yanayım. Böylece doğru ve yanlış birbirinden ayrılır. Fikirlere ket vurmak beraberinde takiyye ve münafıklığı getirir bu daha tehlikelidir.  Takiyyenin olduğu yerde ahlaktan bahsedilemez. Dinimizde takiyye zaruret anında başvurulan bir ruhsattır o kadar. Hatır istendi; “Müslümanların Vahdet Sorunu Nedenleri ve Çözüm Yolları” adlı eserimizi alıp imzalattılar ve biz de onları uğurladık. Fİ EMANİLLAH