Bilindiği gibi günümüz, mektep, ilim ve âlimin günüdür; bundan önceki günlerde mektep, ilim ve âlim parmakla gösterilecek kadar nedretteydi.  Evet,  ilahî nimet kabul edilen ilim özü itibariyle imandır, aydınlıktır, nurdur, cehil ise inkârdır, karanlıktır. Allah (cc) hakiki âlim ve cahil hakkında buyurur ki

“ ھل یستوی الذین  یعلمون و الذین لا یئلمون “ (bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?)

Arif ise manevi ilmin/bilginin sahibidir. O manevi ilimde icazet aldığı halde mektep ve medreseden zahiri ilim almamış ve ya zahiri ilimde eksik kalmış irfan sahibidir. Evet, zahiri ilmi tam okumamış erenler manevi ilimde ilerlediği için zahirde âlim değilse de batın ilminde âlimdir, ariftir. Hatta O, zahiri ilme sahip olana üstat olabilmektedir.  İmam Şafii mutlak müçtehit/âlim olduğu halde Şeyban el-Rai adındaki eren kişiye tabi olurdu, onun buyruklarını tatbik ederdi. Bir soru üzerine dedi ki: “Şeyban, zahir ilimde benim seviyemde değil ise de, manevi ilimde benden üstündür...”  Hulasa hakikat nazarında muteber olan ilim âlimin ruhunu cilalayan, kalp ve beynini nurlandıran, en iyi ahlakla besleyen ve Allah’a kavuşturan ilimdir. Bu evsafı ihtiva etmeyen yani hamilini iman, merhamet, irfan ve yüksek ahlakla beslemeyen ilim, tasavvuf tabiriyle ilim değildir.  Bu geniş evsafı ilimden almayan kişi de gerçek âlim sayılmamaktadır. Gazali ilimden iman ve yüksek ahlakı almayan kişiyi iğneye benzetir. İğne başkasına elbise diker giydirir, kendisi ise çıplaktır.  Ünlü âlim Mevlana Celaleddin-i Rumi der ki “ hamdım, piştim, yandım” İşte hakiki âlim budur. Demek O okumadan önce hamdı, ilimle pişti, ilimde zirveye çıkınca ilahi aşkta, ibadet ve Allah’a bağlılıkta eridi ve yanar gibi oldu. Yani ilim ile huşu dairesine girerek hak yolda terakki etti ve kemale ulaştı. Bu derece ilim sahibi kişi huşu içinde Allah’a gereken ibadeti, samimiyeti icra etmektedir ve her zaman hem nefsine hem diğer mahlûka icra ettiği maddi- manevi menfaatleri kesmeden devam ettirmektedir.  Allah buyurur ki”نما یخشی اللڒ من عبادڒ العلماءا  "  (Ancak, yaratıkları düşünüp yaratanı tanıyan ve onun emri doğrultusunda yaşayan âlimlerdir.) Bunun tersi ne kadar okumuş, diploma sahibi sayılırsa da kuranın bu tabiriyle ulemadan değildir.  Aynı zamanda İlim hakikat itibariyle hikmet manasınadır, hikmet ise her şeyi yerine koymaktır. Bu nedenle ilim sahibi olup hikmete ters olan kişi âlim sayılmamaktadır. Birçok ilimlerle mücehhez olup diploma sahibi olan ve lakin iman, ibadet ve ahlakıyla ilahi hikmeti yaşamayan, temsil etmeyen ve yaratanı tanımayan, emrine uymayan kişi âlim saffında değildir. Evet, hakiki âlim tüm inanç ve amelinde orta olandır, ifrat veya tefrit tarafı olmayandır. Mesela,  Şehvetin tefriti, zevksizliktir/humûd; ifratı, her iştahı çektiğine saldırmadır/fücur. Dengelisi ortalısı ise iffettir. Bu örnekte âlim iffet tarafı tutan kişidir. İfrat veya tefriti tercih eden âlim sayılmaz. Keza İlim/bilgi, amel/eylem ve zikirdir. İşte bu üç vasıf gerçek âlimin üç temel özelliğidir. Bilgisi olmayan veya bilgi olup amel etmeyen veya bilgi ve amel işleyip zikir yapmayan yani yaratanı tefekkür etmeyen, evrenin işleyişini tesadüfe havale eden kişi âlim değildir. Hakka namzet ol