Peygamberler… İnsanlığın kurtuluşuna hayatlarını adayan kahramanlar. Karşı tarafta ise bu kahramanların kutlu davalarına hiç bıkmadan, usanmadan engel olanlar. Zulüm saraylarının yıkılıp, yerine adaletin, eşitliğin hâkim olacağı korkusuyla peygamberlere karşı çıkanlar. Atalar dininin, taklit fikrinin savunucuları, inkar edenler. Kur’an birçok ayetinde bu inkârcıları ve onların çarpı-çürük mantıklarını gündem eder.
“Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun denildiği vakit de, yok dediler, atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız. Ya ataları, bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi?”(Bakara:170) Eski olsun yeni olsun Allah’ın indirdiği delillere bakmayıp da ataların halini yalnız ata olduklarından dolayı taklid etmek onları Allah’a denkler edinmek ve hakkı bırakıp, hayal ve vehimlere, şeytanın emirlerine uymak, izinde gitmektir ki, buna taassup denir. Mezhep âlimlerin görüşlerinde taassup edilip bu görüşler din haline getirildi, mezhepler ticari sermayeye dönüştürüldü, bir kısmı da saf bir taklitle yetinip başka bir şey aramadılar ve “biz atalarımızı bir din üzerine bulduk, onların izlerinden yürüyoruz,” dediler. Her iki gurubun da tabi olunacak bir yönleri yoktur. Allah, onlar hakkında “İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir”(Nisa:123) buyurmuştur.
İslam toplumu, birçok şer’i meseleleri bırakıp onların yerine başka şeyleri alır olmuştur. Artık nefisleri neyi çekiyorsa ona abanmışlar, bu, onların kıblesi haline dönüşmüştür. Hatta konu hakkında kendilerini uyaranlar olursa, derhal onlara sırt çevirirler ve onlardan kaçıp uzaklaşırlar. Hatta onları uyaran kişi, onlarda hiç de beklenmedik manada hakaretler görür, aşağılanır. Irzı, namusu ve şerefine dil uzatılır, saygınlığı ayaklar altına alınır. Bu durum hemen her fırkada, gurupta ve cemaatte vardır. Ancak fırkacılık taassubu yüzünden kendi cemaatlerinin hatalarını ve kusurlarını görmemektedirler, gaflet içindedirler. Bunlar; Yolunu değnek yordamıyla bulabilen bir körün rehberlik ettiği bir körler sürüsü! Ve Kendilerini daima iki uçurumun arasında bulan ve daima varoluşla hiçlik arasında yürüyenlerdir!
Bunların yeni meselelere ve içtihatlara verdiği tepkiye gelince; ne münasebet, eski köye yeni adet mi? Sonrasında ise malum çürük mantık! Biz atalarımızın, yani bize bu kokuşmuş düzeni miras bırakanların ayağını kaldırdığı yere ayak basmaya yemin etmişiz. Ne olursa olsun bu yoldan vazgeçmeyiz. Vazgeçirmeye çalışanları da ezer geçeriz. Nitekim Hak davetçilerinin davetine inkârcıların verdiği bu cevap uygulamaya konuldu. Birçok peygamber atalar dininin savunucuları tarafından dışlandı, sürgün edildi, yalnızlaştırıldı ya da şehid edildi. Bu durum bize bu taklitçi din mensupları olan inkârcıların, kurdukları zulüm düzeninin ellerinden gitmemesi için neler yapabileceklerini göstermektedir.
Yukarıdaki ayetin devamında Allah, ataların söylediklerini din belleyenlere söylenmedik söz kalmasın, dost düşman herkes haklı kim bir kez daha görsün diye kısa, açık, akli bir soru sormaktadır. “Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” Bu soru ile Allah taassubun tüm mantığını yerle bir ediyor. Safsatalarına sıkı sıkıya bağlı olduğunuz atalarınızın her şeyi arzu ve heveslerine göre işlediklerini, keyifleri bozulmasın diye halkların sefalete sürüklenmsini hiç mi hiç umursamadıklarını ve bu yüzden akıllarını kullanmayan, doğruyu seçemeyen bir avuç cahil olduklarını hiç düşündünüz mü? Hiç mi akla, düşünceye kapı aralamayacaksınız? Hep mi ezberciliğin köleleri kalacaksınız? Atalarınızdan miras aldığınız bu zulüm mantığının ne kadar geçersiz olduğunu ve bir gün elinizde kalacağını ve sizin de bu mantığın elinde kalacağınızı neden kestiremiyorsunuz? Acaba bir gün arzu ve heveslerinize göre değil de, doğru akılla hayata, olaylara bakabilecek misiniz?
Körü körüne taklit, insanı, düşünmekten, sorgulamaktan ve kendine özgü bir tercih ve karar üretmekten alıkoymaktadır. Geçmişi taklitle yetinip, onun ötesine geçmemeye özen, hiç durmadan akan hayat ırmağında akıntıya karşı kürek çekmeye çalışmaktır. İslam ümmetinin önündeki tehdit, başkalarını taklit sebebiyle, kültürel ve tarihi varlığın peş peşe yok olma tehlikesidir. Başkalarının içinde asimile olmak intihar; başkalarının özelliklerine bürünmek ise ölümdür. Din, aydının kendi evidir. Onu hazır halde satın alamaz; kendisi bina eder. Hazır ev satın almak, tahkik değil taklittir. Aydın, bu evin tuğlalarını tek tek kontrol edip kendi elleriyle yerine yerleştirmedikçe ne ev mükemmel bir şekilde inşa edilmiş olur ne de onun içi rahat eder. Bu nedenle de aydın, gelişmecidir, koşturur. Çünkü habire kendi evini inşa ve tamir gayreti içindedir. Buna karşılık mukallidin bütün yaptığı, bir ev satın alıp ömrünün sonuna kadar orada kayıtsız bir hayat sürmekten ibarettir. İçtihat değişen hayatın dine uyarlamasını sağlayan yegâne sistemdir. İçtihat tarihin değişikliğinde ortaya çıkacak sorunlara çözüm bulacak, yeni koşullarda yeni görüşleri ortaya çıkaracak Müslümanların ve insanlığın yaşamını dine uyarlayabilecek yegâne cankurtarandır. Fİ EMANİLLAH