Allah “Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz” diyor. Allah Kur’an’da peygamberlerden söz ederken kullandığı dil ne kadar da içten, sıcak ve naiftir. “Kitapta Musa’yı da an,” Allah, birçok peygamber’in öyküsüne böyle başlar. Candan bir dosla hatıralardan konuşurken, filanı da unutmayalım ya, işte Allah’ın bu seslenişi böylesi bir misalden çok daha özeldir. “Kitapta İbrahim’i de an.” Sözün tam da burasında İbrahim’i hatırlamazsak olmaz. Zira o ne kadar da Allah’a bağlıydı, dürüsttü. Bu anımsama ölümsüz olan bir dostun, dostlarını hiç unutmadığı gibi, kıyamete dek gelecek tüm insanlığa da unutturmamasıdır.
Bir çok peygamber mübarek hayatları boyunca hep horlanmış, dışlanmış, taşlanmış; fakat Kur’ani nazarla baktığımızda sayısal çoğunluğun Allah katında hiçbir öneminin olmadığını, bilakis az ama öz diye tabir ettiğimiz durumun Allah katında geçer akçe olduğunu görüyoruz. Allah, “Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez, çoğunluğu fıska sapanlardır, onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar, yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar” diyor. Görüldüğü gibi çoğunluk her zaman haklı olanlar değildir. Allah İsmail peygamberden şöyle bahseder: “İsmail sözünün eri, rasul ve nebiydi.” İsmail nebi, çölün ortasında annesiyle yaşayan ve Cürhüm adlı küçük bir kabileden başka çevresi olmayan bir insandı. Koca tarihin içinde kısacık bir zaman, ufacık bir mekan, haliyle bu peygamber kaç kişiye ulaşabilirdi ki adı bu derece övgüyle anılmayı gerektirsin? Oysa Allah için, İsmail o denli yüce imana ve ahlaki meziyetlere sahipti ki, onun yaşadığı zaman ve zeminin ve hitap ettiği kitlenin pek de bir önemi kalmıyordu. Bu hakikatı iyi anlamamız ve iyi analiz etmemiz gerekiyor. Allah için niteliğin önemi vardır, niceliğin değil.
Aslolan şirk cephesi tarafından bizlere rol-model olarak öğretilmek istenenleri elimizin tersiyle itip, rabbimizin bize rol-model olarak sunduğu peygamberlere göre bir bakış açısıyla yaşayabilmektir. Kur’an’da geniş bir yer kaplayan peygamber kıssalarına tam da bu gözle bakmak icab ediyor. Kur’an sayfaları artsın diye, ya da vaktimiz biraz daha eğlenceli geçsin diye anlatılmıyor bu peygamber öyküleri. Mücadelesi anlatılan peygamberlerin karşılaştığı meselelerde takındığı tavırdır bize anlatılmaya çalışılan. Kur’an’da geçen peygamberler kıssalarına bu perspektiften baktığımızda, yaşadığımız hayatta önümüze çıkan kişileri ve durumları değerlendireceğimiz sağlam bir ölçümüz olacaktır.
Eskiye ait kıssaların anlatılmasındaki maksat, tarihi bir olayı anlatma değil, kıssa yoluyla öğüt vermektir. Onun için Kur’an’da kıssaların, yerine göre başından, sonundan, ortasından, daha doğrusu konu ile ilgili bir halkasından başlanır. Ve konu ile ilgili halka veya halkalar anlatılır. Bazen kıssanın tarihi akışında takdim ve tehir de yapılır. Aynı kıssa, başka yerlerde yeni bir çeşni ile tekrar da edilir. Çünkü peygamber her zaman başka başka şartlar içinde ve yeni cemaatlere öğüt verirdi. Cemaatler değiştikçe yeni cemaatlere kıssa yoluyla öğüt vermek gerekmektedir. Ve Allah, o şartlara uygun olarak, daha önce vahy’edilmiş kıssayı, yeni bir üslup ile vahy’etmiştir. Kıssalar bir taraftan bize Muhammedi davetin önemli bir yönüne, önceki peygamberlerin toplumları ile yaşadıkları tecrübelerle olan ilişkisine yakından bakma imkânı verecek geniş bir perspektif sunarken, diğer taraftan Kur’anın bir söylem biçimi durumundadırlar. Kur’an hasımlarına yönelik bu ebedi diyalektik söylem ile onların söz konusu tecrübelerden dersler çıkarmalarını ister. Zira Kur’an kıssaları, Muhammedi davete kendi geçmişini ve geleceğini peygamberlerin kutsal tarihi boyunca görme imkânı veren bir ayna konumundadırlar.
Kıssalar darb-ı mesel türünün birer örneği olup bir ibretin ortaya konması ve mesel ile kanıtlamak istenen iddianın doğruluğunun delillendirilmesi içindir. Kur’an kıssalarında, toplumlar üzerinde mutlak ve haksız hâkimiyet kuran, servet ve mevkileriyle, kendisini destekleyenlerin çokluğuyla gururlanarak halklarına zulmeden Firavun ve Nemrud gibi kimseler yerilerek, hertürlü despotizm reddedilmekte, dolaylı bir şekilde krallık yönetimlerinin zulum ve depotluğa dönüşebileceğine işaret edilmektedir.
Evrensel olan; kalabalıkların yalancı olduğu bir yerde, İsmail (as) gibi doğrulukta şaşmamamızdır. Yığınların hırsız olduğu bir dünyada, Şuayb (as) gibi helal kazançla yetinebilmeyi fazilet bilmemizdir. Ne kadar zor durumda olursak olalım Nemrutların karşısında, İbrahim (as) gibi zalimlere “Sen yanlış yoldasın!” diye haykırabilmemizdir. Zamane küfrünün kendisine her taraftan ; “Seni ve senin davet ettiğin yolu kabul etmiyoruz” demelerine karşın, her sokağı zulme çıkan o çağa tam 950 yıl, bıkmadan usanmadan tek yol olarak hakkı, adaleti anlatan Nuh (as) gibi olabilmemizdir. İş başına geldiklerinde ekini ve nesli yok edenlere, sömürdükçe semirenlere, çaldıkça çalanlara, kendini ilah sayanlara inat Muhammed Mustafa (sav) gibi kupkuru arpa ekmeğini sirkeye banıp, sonra “Sirke ne güzel katıktır” deme bilincini gönüllerimizde, yaşamımızda sergileyebilmemizdir. Fİ EMANİLLAH