15.03.2019 tarihinde Yeni Zelanda’nın Christchurch kasabasında cuma namazı sırasında iki camiye silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda 49 kişi yaşamını yitirdi, 39 kişi yaralandı. Saldırganın saldırı anını sosyal medyadan canlı olarak yayınladığı ortaya çıktı. Nerede müslüman halifelerinin korkusundan ecnebi bir devlette yaşayan bir ferde gelinmeyen halel, nerede kaldı ecnebi bir devlette yapılan bir ahlaksızlığın, müslüman millete de sıçraması endişesinden dolayı iptal ettirilmesi? Bu menfur saldırıyı lanetliyor ve Müslümanların vahdetsizliğini de Allah’a şikâyet ediyorum.
İslam ümmeti, İslam hilafetinin kaldırılmasından beri, yitik ve karanlık zamanlarını yaşıyor. Müslümanlar da günlerini, başkalarının günleri gibi gayesiz ve monoton yaşıyor, müslümanlara yol gösteren ve öğretici kaybedilmiş durumdadır. Hayat anlamsızlaşmış ve tadını kaybetmiş, müslüman tam anlamıyla Allah’a teslim olmaya güç yetiremez hale gelmiştir. Müslümanı İslam’dan uzaklaştıracak siyasi araçlar, çağrılar, terörizm ve buna benzer argumanlar, her şeyi yutan bir girdap gibi karşısında durmaktadır. Direnemediğimiz için bölünüp parçalanmış durumdayız. Müslümanların arasındaki şu yapay sınırlar, başındaki istikrarsız kukla yönetimler, hiçbir milli ve bütünleştirici ufka sahip olmayan uyduruk devletler… Bir taraftan sadece belli kesimlerin memnun olduğu babadan kalma krallık sistemleri, diğer taraftan toplumun geniş kesimlerini memnun edemeyen askeri ihtilal yönetimleri… Tam bu noktada, “Egemenlik Allah’ındır” sloganlarıyla hareket eden İslami hareketler, mevcut siyasi sistemler karşısında en büyük tehdidi oluşturmaktadırlar. Aslında aramızda yığınlarca ortak nokta varken bölgesel milliyetçiliğin, ayırımcılığın, bölücülüğün ve parçalanmanın tuzağına neden düşmekteyiz?
Bundan dolayı, konuşarak, yazarak, karşı koyarak, dolaşarak ve görüşerek müslümanların birliği için mükellef olan herkese çalışmak vaciptir.Her şeyden önce, Allah’ın yardımı ve müminlerin kalplerini birbirine ısındırması ile rasulullah zamanında bu birliğin nasıl mümkün olduğu bilinciyle işe başlamamız gerekir. Onun sünneti ayakta oldukça, müslüman birliğinin gerçekleşmesi mümkündür. Zira birlik için sebepler de çok ve birliğin önündeki engellerinin aşılması da mümkündür. Hz. Peygamber; “Kendisine sarıldığınız sürece hiç sapmayacağınız bir şey bıraktım. O da Allah’ın kitabıdır. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. Havzın başında bana arzolunana kadar bunlar birbirinden asla ayrılmayacaktır” demiştir. Allah’ın bir kabul ettiği şeylerin arasını ayırmak caiz olmadığı gibi, biri ile diğerini reddetmek de caiz değildir.
Şüphesiz yol açıktır. Hz. Peygamber; “Sizi, gecesi gündüzü gibi olan, apaydınlık bir yol üzerinde bıraktım.” İlk iki halife Ebubekir ve Ömer (ra) dönemleri bu yol üzerinde sağlıklı bir şekilde olundu, bundan dolayı da tefrikacılık onların döneminde pirim yapmadı. Şimdi de müslümanlar; yitik vadilerde el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan kör gibi aranır durur. Kurtulmak, çıkıp gitmek için ne bir yol bulabilir ne de bir gedik… Çekmiş olduğu sıkıntılar, çektikleri bela ve musibetler, şehvet, arzu, zevk, taassub, taklit, tefrika, ırkçılık, ihtilaf ve tekfircilik kasırgaları ümmetin vahdetinin önündeki engellerdir. Bir çukurdan kurtulursan, diğerine yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın. Umarım geçmişten kalan acı tecrübeler ve günümüzdeki musibetler ve engeller de müslümanlar için birer ders olur.
İslam’ın tevhid sancağının yükseleceğini, iki kez kovulduktan sonra bir kere daha avrupa’ya gireceğini “İstanbul” gibi “Roma”nın da fethedileceğini, bu dinin “kıldan yapılmış çadırlara veya kerpiçten yapılmış bütün evlere gireceğini” ve İslam’ın, “gece ve gündüzün ulaştığı her yere” ulaşacağını müjdeleyen hadisler, ümmetin ihtilaflarını din haline getirip, paramparça olup birbirini katlettiği bir ortamda gerçekleşmeyeceği aşikârdır. Bütün bunlar ancak, sözler İslam üzere birleştiğinde ve ümmet, iman sancağı altında yürümeğe başladığında gerçekleşecek olaylardır.
Müslümanların yükselişe kalktıkları, ümmetin kendine geldiği her atılımda emperyalizm, kendisi ortaya çıkmasa bile temsilcilerine, kuklalarına müslümanların uyanışını engellemek için çeşitli emirler yağdırır. Müslümanları engellemek için her türlü entrikalarını sergiler ve böylece müslümanların birlik ve beraberliğini bozar. Emperyalizmin bu çabaları müslümanları yıldırmamalı, bilakis onların bilenmesine neden olmalıdır. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Hayr ve şerrin Allah’ın iradesinden kaynaklandığını biliyoruz. Allah, şeytana kıyamete kadar mühlet vermiştir. Ama şeytanın varlığı günah işlemenin bir gerekçesi olamaz. Allah’ın dini bilinsin diye kitap ve peygamberler gönderilmedi mi? Allah İyiyi ve kötüyü birbirinden ayırdetmek için akıl, bunları kavramak için de fehm vermedi mi? “Karanlığa küfretmeyi bırak da, kalk Allah aşkına bir mum yak” özdeyişinde olduğu gibi kötülüklerin olması tembelliğimizin gerekçesi değildir.
Müslümanlar arasına yapay engellerin dikildiği böyle bir ortamda ümmetin birliği hayalî bir şey midir? Niyetler samimi olursa Allah yokuşları düz eder, istekleri yerine getirir ve müslümanlara, yeryüzüne halife olma şerefini verir. Günümüzde, bu birliği gerçekleştirebilmek sanıldığı gibi imkânsız değildir. Ümmet, evvelkilerin samimiyetine dönerse, Allah’ın yardımıyla her şey kolaylaşır. Aynı yolda yürüyebilmek için sabırlı olmamız, dayanışmamız, mücadele etmemiz, sağlam adımlar atmamız gerekmektedir. İstediğimize vakti gelmeden ulaşma konusunda da aceleci olmayalım. Böyle bir acele, süreci tersten başlatmak olur ki, bu da sünnetullah’a aykırıdır. Kim bilir, biz meyvesini yiyemesek bile torunlarımız ya da onlardan sonrakiler bu mutluluğu tadacaklar. Veya müslümanların samimiyetlerine göre, Allah’ın bir hediyesi ve sadakası olarak daha erken de lutfedilebilir. Bu vesile ile menfur saldırıyı tekrar lanetliyorum ve bu musibetin tekrarlanmamasını, Müslümanların bilenmesine ve şurlanmasına vesile olmasını cenabı Allah’tan niyaz ediyorum. Fİ EMANİLLAH