İman 6 rükünden ibarettir: Allah’a iman, meleklerin varlığına iman, Allah’tan gelen tüm kitaplara iman, Allahtan gelen 124.000 peygamber’e iman, kadere iman, ölümden sonraki mahşer gününe, cennet- cehenneme iman. Bu rükünlerin tümüne şüphesiz iman etmek / inanmak lazımdır. Bir tanesi inkâr edilse veya şüpheyle inanılsa iman sayılmaz. İnsan fıtrat itibariyle imana adaydır. Zira O, “Kalubela” âleminde ruhlarla iman etmiştir. Fakat insanı imandan uzaklaştıran arızi esbap vardır. Uzaklaştıran esbabın biri belki de en müessiri şeytan ve şeytanın huyunda olan mülhit insandır. Biri de nefistir, üçüncüsü dünya cazibesidir. Bu üç muzır esbap insanları gerekli imandan uzaklaştırmakta, küfrün/ inkârın karanlığına itmektedir. Bu üç esbap melaikede olmadığı için onlar imandan tecerrüt edilmez, küfrün bataklığına düşmezler. Şeytan ise nefsin tesirinde kalarak kibir satvetine girmiş ve bu kibirden küfür karanlığına kaymıştır. Şeytanın huyunda olan bir kısım insan da şeytan gibi hareket ederek hem kendisini hem kendisine tabi olanları imandan etmiş, küfür bataklığına itmiştir.
İmanı tehlikeye sokan şeytan ve şeytan gibi bir kısım insanların tehlikesini keşif eden Bediüzzaman 84 yaşının ekserisini HAKAİK-İ İMANİYE hizmetine tahsis etti ve bereketli ömrünü insanların imanını kurtarmakla geçirdi. Hatta İnsanların imamını kurtarmak için zalimlerden kaçıp dağlarda, hapishanelerde, nezaretlerde ömür tüketen bu İslam âlimi imanın her şeyin üstünde olduğuna işaret etmiştir. Zira iman bütün insanların hakkını veren, insanları her türlü zulüm ve işkencelerden kurtaran, kölelikten halas ettiren, hürriyete kavuşturan, ahrete inandıran, ibadete bağlayan yegâne nuranî bir güçtür. Bu güç insanın ruhunda yer edindiği takdirde insanın dünya ve ahiret mutluluğunu teminat altına alır.
Ne ilim ne irfan, ne soy ne makam iman gibi halaskâr olamamış, olamayacak. Peygamber(sava) buyuruyor ki:
كُلُّ أُمَّتِي يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ إِلَّا مَنْ أَبَى قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَنْ يَأْبَى قَالَ مَنْ أَطَاعَنِي دَخَلَ الْجَنَّةَ وَمَنْ عَصَانِي فَقَدْ أَبَى. بخاری
“benim ümmetimin tümü cennete girecek, isyan eden hariç. Bana itaat eden cennete girecek isyan eden asi sayılacak”
İnsan, malını, vatanını namusunu, tüm mukaddesatını rahat bir kalple imanlı kişiye teslim edebilir; imansıza teslim edemez, teslim etse hüsrana maruz kalır.
40 sene evvel Batman- Diyarbakır arasında tren yolculuğu vardı, başka vasıta yoktu. Ben bir sefer trene bindim, koridordan başka yer bulamadım. Baktım ki bir kompartımanda iki grup tartışıyor, bir grup iman dışı felsefeleri savunan, biri de iman rükünlerine inanan iki grup genç. Ben onlara dedim ki “siz bana yer verin, ben size hakemlik yapacağım”
Yer verdiler, ben de oturup onları dinledim ve iman esaslarına inanmayan gence şu soruyu yönelttim:
“Farz edelim sende babana ait yüz bin lira var, sen de Ankara’ya gidiyorsun, bu para Batman’a iade edilip senin babana teslim edilecek. Bu iki guruptan birer genç Diyarbakır’dan Batman’a dönecek sen bu parayı babana teslim etmek için hangisine vereceksin? Senin fikrinde olup inanmayana mı vereceksin; imanlı olana mı?”
Baktım bu genç etrafa bakıp şöyle dedi: “Eğer ben fikrimdeki inançsız gence versem babama teslim edeceğinden emin olamam, ama şu inanan gence versem O, helal haram, vebal, ahirette sorumluluk gibi şeylere inandığı için yemez babama teslim edecek…”
O zaman Ona dedim ki “eğer sen yüz bin lirayı inanmayan bu arkadaşına veremiyorsan bütün ülkemi, milletimi senin zihniyetinde olanlara nasıl teslim edeceğim, edemem”
Genç durdu bir miktar cevapsız kaldı ve şöyle dedi: “gerçekten inanmak lazım.”
ZİYA PAŞA DOĞRU SÖYLEMİŞTİR:
“Ne irfandır veren insana yükseklik ne vicdandır.
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilse farz edilsin havf-i Yezdan’ın (Allah’ın)
Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın…”
Bediüzzaman imanlı ve imansızı şöyle beyan eder:
”Ey nefsim! Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
Fâniyim, fâni olanı istemem. Acizim, aciz olanı istemem.
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı baki isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim…”