Aslında bu yolculuk Hz. Hatice ve Ebu Talib’le yaşadığı çifte kaybin bir çeşit aşırı telafisi olarak da ifade edilebilir. Bu vaka korkunç bir yalnızlık ve keder içerisinde kısılıp kalmış ve mekke’de hiç olmadığı kadar tecrit edilmiş hissettiği halde Muhammed’in (as) yalnız olmadığının teyidi gibi görev yapmıştır; meleklerin evrenine kabul edilmiş ve onlardan birisiymiş gibi geçmişin büyük peygamberleri tarafından karşılanmıştı. Peygamber bu olayı ashabına anlatınca ashabtan kendisine; seni yalancılıkla suçlayıp aşağılayacaklar. Müşriklerle karşı karşıya gelme, inkârlarını ve alaylarını telakki etme korkusu, o şeyi açıklamaktan onu menetmedi. Muhammed (as) buna rağmen ısrar edince muhaliflerinin tepkisi tam da beklendiği gibi oldu. Seçimlerde rakibinin bir gafından yararlanan günümüz siyasetçilerinin tüm çığırtkanlığıyla “bu düpedüz saçmalık” diye muhalifler. “Muhammed bir gece içinde Kudüs’e yolculuk yaptığını mı iddia ediyor?” Müşriklerin ona inanmaması ve onu Kudüs konusunda sorularla sıkıştırınca,  Allah, “Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur’an’da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik”(İsra:60) demiştir. Kendi ifadesiyle de, “Kureyş beni yalanlayınca ben de Hicr’de ayakta durdum. Allah bana Beytu’l-Makdis’i ayan beyan gösterdi.” Benimle onun arasındaki perdeleri açtı demiştir.

 

Rasulullah’ın (as) bu gece yolculuğu ve onunla ilgili haberlerde bir imtihan ve sınama, Allah’ın kudret ve saltanatına bir delil, iman edip tasdik edenler için bir hidayet ve rahmet, bir açıklama vardır. Bu olay, Hz. Peygamber’in risaletiyle mümin ve kâfire vaat edilen ilahi karşılığın gerçekleşeceğinin açık hüccetini sergilemektedir. İsra nereden bakılırsa bakılsın ilahi risaletin cereyan ettiği mübarek yerlerde tarihin ortaya koyduğu dini hadiselerle yüz yüze gelmektir. Muhammed’in (as) diğer peygamberlerle görüştürülmesi onun bütün peygamberler arasındaki yerini yüceltmekte; sonrada Kur’an’ın gönderilişinin Allah’ın dinini kemale erdirdiğini ve insanlığa yönelik ilahi risalet sürecinin sona erdiğini göstermektedir. Risalet hayatının belki en zor dönemi olan sıkıntılı sürece Allah rasulüne isra ve Mirac mucizesini bahşetti. Bu sayede tebliğ sürecinde dayanaklarını kaybeden ve risaletinin başarısı konusunda endişe duymaya başlayan rasulullah bizzat ilahi huzura davet edilmek suretiyle onurlandırılmıştır. Hz. Peygamber mirac vesilesiyle rabbinden aldığı manevi enerji, ilahi destek sayesinde tebliğ faaliyetlerine yeni bir şevk ve heyecanla devam etti.

 

Hz. Rasul bu yolculuğunda, Kudüs’ün, tarihin akışı üzerinde en büyük etkiyi bırakan olayların yaşandığı bir mekân olduğunu gördü. Orada söz konusu tarihsel olayları gerçekleştiren peygamberlerle buluştu. Önündeki bütün perdeler kalktı ve söskonusu olayların gelişimine katkıda bulunan tağutların akibetini gözlemledi. Bunun ardından bütün insanlığın akibetini gördü. Peygamberimizin isra yolculuğu ile Taif’e yolculuğu arasında İslami bir devlet kurmakla görevlendirildiği noktasında birleştikleri söylenebilir. Binaenaleyh peygamber’in yeni devletin başkanı olarak ilan edilmesi ve ona, sözü edilen yeni stratejik ufuk doğrultusunda tasarruflarda bulunması gerektiğinin bildirilmesi oluşturuyor. Bunun yanında Hz. Rasul’den egemenliğin, mülkün Farslardan ve Romalılardan alınacağına, bunların enkazı üzerinde bir İslam otoritesinin kurulacağına kesin ve sarsılmaz bir şekilde inanması gerektiği de isteniyor. “Kisra yok olunca başka kisra gelmeyecek kayser yok olunca başka kayser olmayacaktır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki o ikisinin de hazineleri Allah yolunda harcanacaktır.” İsra süresi kesin olarak, İslam’ın stratejisi isra yolculuğundan sonra fiilen bir devlet kurmaya yönelmiştir. Miracı anlatan “İsra” suresi, artık şeriatın belli esaslarını ortaya koyuyor, böylece pek yakında kurulacak olan İslam devletini haber veriyordu. Özetleyecek olursak:

 

1-Allah’a asla ortak koşmamak. Bir Allah’a inanıp, yalnız ona ibadet etmek ve yalnız ondan yardım dilemek. Allah’ın dışında başka kimsenin itaatı kabul edildiği takdirde kötü sonuçlar doğar ve kullar Allah’ın bütün bereketlerinden mahrum kalırlar.

2-Anne ve babaya itaat etmek. Bu İslami aile temelinin atılışıdır. Toplumun genel ahlakı öyle olmalıdır ki, evlatlar, ana-babalarından habersiz ve onlara saygısız olmamalı, aksine onlara iyi muamele etmelidirler. Çünkü anne ve babaları da onlar çocukken bakmışlardı.

3-Hısım ve akrabaya, fakir ve yoksullara, yolculara, gubette kalanlara, kimsesizlere hakkını vermek, onlara maddi ve manevi yardımda bulunmak. İnsanlar birbirine yardım ederken, bunu bir lütuf veya ihsan değil, bir vazife ve mükellefiyet kabul etmelidirler.

4-İsraf etmemek, malını lüzumsuz yere harcayıp savurmak. Çünkü mal ve servet, insanlara Allah’ın emanetidir, onda her müslümanın hakkı vardır.

5-Açlık korkusuyla ve benzeri düşüncelerle çocukları öldürmemek. Onları Allah Rasulünün emirleri doğrultusunda yetiştirip büyütmek. İşte bir cemiyetin yarınını teminat altına almanın yegâne sırrı…

6-Zina etmemek. Çünkü zina, yalnız aileleri değil, cemiyetleri temelinden sarsar. Zina sadece yasaklanmamalıdır, ayrıca kadın ve erkeklerin buna sürüklenmelerini mümkün kılan bütün sebepler ortadan kaldırılmalıdır.

7-Haksız yere kimseyi öldürmemek. Ancak şeriatın koyduğu ölçüler dâhilinde kısas yapılabilir.

8-Yetimlere iyi muamele etmek. Bu düstur tatbik edildiği takdirde, İslam toplumunda güçlü güçsüz diye bir şey olmaz.

9-Verilen sözü tutmak, ahda vefa göstermek. Taahhüt, muahede, mutareke veya anlaşmanın ihlali için Allah katında büyük azap vardır.

10-Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat etmek. Eksik ve noksan tartmamak. Bir devletin önemli unsurlarından olan ticaret erbabına verilen en büyük ölçü budur.

11-Bilmediğiniz bir şeyin ardına düşüp, körü körüne onu takip etmemek. Bu da taklitçiliğin yasak olduğunu ilan eden en önemli şeriat ölçüsü… Bir müslüman her şeyden önce şahsiyet sahibidir, kendine güvenir ve kendinden olmayanı taklit etmeye yeltenmez.

12-Yeryüzünde kibir ve gurur taslayarak yürümemek. Makam, mevki, mal ve servet gibi şeylerin esiri olmamak, sadece ve sadece İslam için, onun yayılması için yaşamak bir müslümanın önde gelen vazifesidir. Bu vazifeyi yüklenen kimse zaten devamlı Allah için bir şeyler yapma azmindedir ve yaptıklarını sürekli yetersiz görmektedir; nerde kaldı ki kibir ve gurur duygusuna kapılsın…

Görülüyor ki mirac, aynı zamanda müslümanlara devlet vaadidir. Hatta isra suresinde hicrete de işaret edilmiş, İslam devletinin Mekke dışında kurulacağı haber verilmiştir. Kısa bir zaman sonra devlet Medine’de kurulacak ve bu mukaddes şehir peygamber devletinin başşehri olacaktı. Vesselan.