Hadiste deniliyor ki: “Yöneticilerin kapısına gelen fitneye düşer. Kul, yöneticilere yaklaştığı oranda Allah’tan uzaklaşır.” Said el-Müseyyeb, “Emirlerle oturup kalkan âlimden uzak durun; çünkü o, lanetlidir” Ebu Zer, “Sakın padişahların kapılarına gitme; çünkü sen onların dünyalıklarından ne kadar alırsan, onlar senin dininden çok daha fazlasını alırlar” demişlerdir. İkbal’in deyimiyle; “Sen Allah’ın kulusun… Öyle kal… Değişmez hür… / Tek Allah’tan istemek, kulluk izzeti budur…” İktidar eliti, gerçek entelektüel düşünceyi boğmaktadır. Bunun sonucu olarak, çağdaş İslâm dünyasında gerçek bir entelektüel açlık doğmuştur. İçimizde bize en çok zararı, siyasal yozlaşma vermektedir. Kötü politikacılar iktidarda kaldığı sürece, siyasal yozlaşmanın onların Rönesans’ını engelleyeceğini idrak etmelidir.
Eskiden yöneticiler nasihat almak için alimlerin ayağına giderlerdi. Şimdi alimler dünyalık menfaat elde etmek için siyasilerin ayağına gidiyor ve izzetlerini ayaklar altına alıyorlar. Böylece yöneticilere sağlıklı bilgi aktarmadan mahrumlar, kendileri zarar gördükleri gibi yöneticilere de zarar veriyorlar. Kelam alimi El-Findelevi’ye sen ihtiyarsın Allah yolunda mücadele etmeyi bize bırak diyenlere; “Ben kendimi sattım ve beni Allah satın aldı.” Çelebi sultan Mehmed Şeyh Bedreddin’e; “Seni rengi sararmış görüyorum nedendir? Bedreddin; “Güneş de batarken sararır!” demişti. Ahlak kurallarını günbegün geliştirmek ve uygulamak alimler görevidir. Hz. Peygamber, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” demekle aslında; yalnızca en yüce ahlak değerlerini mükemmelleştirmek amacıyla gönderildim demek istemiştir. Alimler de Hz. Peygamber’in varisleridirler. Bu onların vazifesi!
Allah; “Başınıza gelecek her felaket; kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizden bir ürün olacaktır.”(Şura:30) “Sizin gibi toplumları yok ettik; öyleyse yok mudur ondan ders almak isteyen?”(Kamer:51) Bir kavim, geçici isteklere göre değil, karekterinin gerektirdiği gibi idare olunur. Kavimlerin kaderini hükümetler değil, kendi karekterleri belirler. “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez”(Rad:11) İlerleme halindeki bu süreçte, eğer insan girişimde bulunursa, Allah ona bir iş arkadaşı olur. Ancak öz nefisler şerre meyledici bir değişiklik içine girerlerse Allah da nimetlerden bir tanesi olan meleklerin koruma nimetini değiştirir. Uhud günü, okçuların kendi nefislerindekini değiştirmeleri sebebiyle Allah bozguna uğrayanların (önceki) hallerini değiştirmişti. Kişinin yapacağı günah ve hatanın ne sonuçlar doğurduğunu iyi bilmesi gerekir. Başkalarının günahları dolayısıyla musibetler de gelebilir.
Hz. Peygamber’e; “Salih kimseler aramızda varken helak edilir miyiz?” diye sorulunca; “Eğer fısk ve fücur artacak olursa; evet” diye cevabını vermiştir. Allah, bilerek isteyerek günah işleyen kimseleri kendi içindeki eğriliği, olumsuz eğilimleri değiştirerek bunu hak etmedikçe; onlara rahmet ve inayetini nasip etmez. En geniş anlamıyla bu ifade; hem bireysel hem de toplumsal hayata yön ve biçim veren, taşıyıcılarının ahlaki niteliklerine ve “iç dünyalarındaki” ruhi biçimlenmelere göre uygarlıkları yükselten ya da alçaltan ilahi sebep-sonuç ilke ya da ilişkisini, yani sünnetullahı dile getirmektedir. Hz. Peygamber, “Allah size öğle bir zillet musallat eder ki dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız” demiştir. “İşte biz, kazanmakta oldukları günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat ederiz.”(En’am:129) Yaşadığın zamanın hoşuna gitmeyen yönleri senin amelinin bozukluğundan ileri gelir.
Kendimize gelelim Allah rızası için, ömrümüz fısku fucur içinde geçmektedir. Sonra da hıristiyanların vaftiz’i gibi, fıskı fucurumuzu izale etmek için umre’ye gideriz. Bu uğurda harcanan paralar ümmetin geleceği uğruna daha önemli yerlerde değerledirilirse daha iyi sevap alınır. Hatta fakir ve fukaranın hakkı olduğunu ve bu uğurda harcansa Hz. Huseyin’in değimiyle; “Bir muhtacın ihtiyacını gidermek bana on nafile hac ve umre yapmaktan daha sevimli gelir” dediği gibidir. Allah yolunda mücadelede nefsinizi Allah’a satınız. Allah’ın da buyruğu bu değil midir? “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.”(Tevbe:111)
Yöneticilerden de, Nureddin Mahmud zenginin İslam muarızlarıyla mücadelede; “Yarabbim, zaferi Mahmud’a değil İslam’a nasip et. Mahmut (…..) kim ki, zaferi hak etsin” tavrını bekliyoruz. Sizler de Allah için etrafınıza bir bakınız ve yalaka ve dalkavukların etrafınızı sardığını fark ediniz. Bunlar size zarar verdiği gibi verdikleri zararın sıkıntısını ümmet de çekmektedir. Seçeceğiniz yöneticilerin evsaflarına pek dikkat etmek sizin hakkınızdır ve ümmetin beklentisidir. Ehil, emin, adil ve toplumda karşılığı olanları seçiniz ki, sizler de üzülmeyesiniz ümmet de üzülmesin. Örflerin değişkenlik arzettiğini hesaba katmalıyız. Eskiden aşiretlerin başına tecrübesi gerekçesiyle en ihtiyarını getirirlerdi. Biz bu gün ne aşiret ne de kabile devletiyiz. Seçme ve seçilme yaşı bu gün on sekizdir. Buna göre toplumumuz aktivitesi olan genç ve pırıl pırıl gelecek vaad edenleri görmek ister. Af edici olmak, kişileri hatasından caydırır. Etrafınıza bir bakınız eski dostlardan kim kaldı diye kontrol makanizmasını devreye koyunuz. Siz daha iyi bilirsiniz diyenler fikir üretemeyenlerdir. Bunlar ancak sultana çevrenin beylerini tanıtırken, sıra kendisine gelince “bendeniz def’i hacetiniz” diyenlerdir. Bunlardan bu ümmete fayda gelmez. Vesselam.