Din dediğimiz zaman siyaseti duyuyoruz, dini telaffuz ettiğimizde siyaseti işitiyoruz. Dinin siyasetle içiçeliği, gayri ihtiyari ilişkisi, adeta eşyanın tabiatına uygundur. Dinin siyasetle ilgisi bulunmadığını söyleyenler dinin ne demek olduğunu bilmeyenlerdir. Siyaset ve ahlakı ayrı ayrı irdelemek isteyenler bunlardan hiçbirini anlamayacaklardır. İslam’da devlet yönetimi bir zarurettir veya doğal olarak toplumsal bir gerekliliktir. İslam nazarında hakikat, bir zaviyeden baktığımızda tamamıyla din olarak, diğer bir açıdan baktığımızda ise bir devlet olarak bize görünür. Devlet ve din ikiz kardeştir. Elbette devlete bir temel, dine de bir koruyucu gerekir. Koruyucusu olmayan şey yok olup gider ve temeli olmayan şey yıkılır. Yöneticilik, dinin korunması ve dünyanın dini siyasetle idare edilmesi için Muhammed’e (as) vekâlettir. Evde veya camide, hususi bir takım ibadet ritüelleriyle teslimiyete ulaşılamaz. Bireyin takvası her zaman bir yöneticinin altındaki otoritede sağlanan kolektif takvanın bir parçası olmalıdır.

Dine dayalı devlet en iyi ve en güvenli devlettir; çünkü herkes, dinin leh ve aleyhlerinde düzenlediği şeye rıza göstermiş durumdadır. Dine dayalı devlet hem bir hukuk devleti hem de rıza devletidir. Güce dayalı devlet ise, güçlünün iktidarını pekiştirme gayreti karşısında daima güçsüzlerin muhalefeti söz konusu olacak, fakat güçlünün tedbirleri yanında güçsüzün muhalefeti hiçbir şey ifade etmeyecektir. Türkiye’de yönetim şeklimiz cumhuriyettir, işleyiş demokrasidir, iktidar olmak çoğunluğun desteklediği ve gücünü milletten aldığı şekildedir. Bundan dolayı eldeki gücü korumak yöneticilere düşmektedir. Aksi ise değer verilmeyen ve desteğinin karşılığını bulamayan halk, desteğini çekecektir. Hepimiz bu geminin içinde yaşıyoruz; birisinin gemiyi delmesi geminin su almasına sebep olacaktır ve batması mukadder olacaktır. Bunun sıkıntısını çekecek olanlar yine herkes olacaktır. Hiç kimsenin bilerek hata yapma seçeneği veya lüksü yoktur.

Müslümanların bu nazik döneminde aciz, kifayetsiz, zayıf adayların milletimiz açısından ne kadar zararlı olacağını tahmin etmesi gerekir. Yöneticinin askerden daha fazla sevap alacağı hususunda elimizde bir delil yoktur fakat amellerin niyetlere göre olduğu hususunda Hz. Peygamberden sahih hadis vardır. Dolayısıyla maksat imtihanın yerine getirilmesi ise bir insanın yönetici veya sıradan vazifesini yerine getirmiş halktan birisi olması arasında fark yoktur. Bu bilinci vermek önce devletin ve sonra da kendilerine tebliğci görevini biçen STK’ler, cemaatler, tarikatlar ve iyiliği emr, kötülükten men vazifesini ifa etmek üzere herkesedir. Mevcut olanı koruma, olmayanı elde etmekten daha evladır. Zararın yok edilmesi, faydanın temininden evladır. Bu, insanların ortak tecrübesiyle bilinen bir şeydir. Bu halkımızın ve başta kendilerine şuurlu görevini biçenlerin mihengi olması gerekir.

Eğitimle insan aklı gelişir ve arınır, toprak altındaki tohumun yeryüzüne çiçeğiyle, meyvesiyle yararlı hale gelmesi elbette ki; yatağına inen suya bağlıdır. Akıl da tohum gibidir, onun bu doğal yapısı kalpte gizlenmiştir. Eğitimle bu güzellik ortaya çıkar. Bu doğal yapı eğitimle ortaya çıkarılmazsa hiçbir gücü, canlılığı ve faydası kalmaz. Menfaate alışmış insanları için, Ömer b. Abdülaziz, “ben insanlara bir emir verdiğim zaman onlara biraz menfaat de sağlardım” demiştir. Bu konuda cimri davranan bir yönetici, rakiplerinin halka bol keseden vaatleriyle karşılaşacaktır. Yönetici, cimrilik yapamaz, çünkü o, yoksulluk korkusu konusunda insanların en az mazereti olanıdır. Rasulullah (as) “Allah kadar eziyetlere sabredeni yoktur. Zira insanlar kendisine şirk koşmalarına rağmen yine de onları rızıklandırır” demiştir. İnsanları rızıklarıyla tehdit etmek, onları hatalarında sabit kılmak ve karşı tarafa itmektir. Bilinmesi gerekir ki, bu ülkede sıradan bir kişinin oy’u ile entelektüellerin oy’u aynıdır.

Teşkilatlar gözden geçirilmeli ve gerçekten dava bilinci olanlardan seçilmeli. Dost ahbap ilişkileri ve ilerde koltuğumu nasıl garantilerim diyen milletvekillerine bırakılmamalı. Güçlü ve sağlam temeller üzerine bina edilmeyen işler her an çökme ve yıkılmaya mahkûmdurlar. Şuurlu ve dava bilincine, sahip bir gençlik yetiştirilmediği gibi, rantçı, menfaatçı, şakşakçı, partici bir gençlik yetiştirildi. Rantçı ve menfaatçi seküler gençler partiyi kutsadı, köşeleri kaptı. Fakat dava sahipleri ise dışarıda kaldı. Bundan dolayı da bir oy vermenin veya bir oy kaybının nelere mal olduğunu ve mes'uliyetini bu gençler kavramadılar. Sandıklara sahip çıkma mesuliyeti ve dava umurlarında olmadı.

Şura ve müşavere mekanizmasını işletmeyen yöneticiler muvaffak olma şansı sıfırdır. Allah’ın kesin emri; “İş konusunda onlarla istişare et.” Her şey akla, akıl da tecrübeye muhtaçtır, günlerin geçmesi, birtakım perdeleri kaldırır, altında gizli kalan şeyleri gösterir, Akıllı bundan istifade ederek aklını fazlalaştırır. Hasan Basri, “Hangi topluluk istişarede bulunursa, mutlaka doğru yola iletilirler” Ebu Hüreyre, “Ashabıyla, Peygamberden daha çok müşavere eden hiçbir kimseyi görmedim” Hadiste,“Kişi, istişare ettikten sonra helak olmaz” demiştir. Basiretli yönetici, basiretli yardımcıların görüşleriyle daha güçlü olur. İstişare edip, istişarenin sonucuna uymamak saltanat mantığıdır.

Affedicilik, İslam’ın ahlakıdır. Peygamber (as) “Ya yarabbi sen affedicisin affı seversin” sözleri kadir gecesinde devamlı söylenmesi gereken dua olarak belirlenmiştir. Her darılana sen lazım değilsin mantığı yanlıştır. Trenden inen bir daha binemez, gibi bir mantık milletin hışmını beraberinde getirir. Kaldı ki, hiç kimseye böyle bir yetki verilmemiştir. Muhalefete, gerginliğe, haset ve saldırıya hedef olmamak için yapılan iyilikleri büyütmemek lazım. Hiç kimsenin hiç kimseyi bu ümmetin dışına itme gibi bir lüksü olamaz, hele bu herkesin oy’unun eşit sayıldığı yönetimlerde hiç olmaz. İktidar sarhoşluğu ve kudret rüzgârı insanı bazen yok yere hakaret ve kaba sözlere sevk edebilir. Bundan dolayı, eski bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, basın mensupları vb. küsen, küstürülen herkesin gönlünün alınması ve helallik istenmesi, hem insanı hem de İslami görevdir. Yöneticinin öfkelenme hakkı yoktur. Kinci olamaz. Zira önemli konumu, başka insanlar gibi hareketten onu alıkoyuyor. Bu mekanizmanın işletilmesi gelinen noktayı ters yüz etmek için bir fırsattır. Düşmana karşı dahi adaletli olmak gerekir fakat dosta karşı ise rızayı gözetmek şarttır. Böylece normalleşme süreci başlatılmış olsun Allah rızası için! Demir soğutulsun, Türkiye’nin insanı kucaklaşsın. Tedbirli yönetici, tıpkı nehir sularının denizi çoğaltması gibidir. Yoksa tehlike kapımızı çalıyor ve bunu fırsata çevirecek üst akıl ve muarızlar devrededir. Yeni kurulması gündemde olan bir partinin önü bir şekilde alınması gerekir, cephe alan her yapı kullanılmaya ve zarar vermeye müsaittir. Kendileri şu an bir şey elde etmeyecekleri kesin görünüyor fakat mevcut yapıya zarar vereceklerdir. Vesselam.