“Asra yemin ederim ki, İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”(Asr) Kur’an’da başka hiçbir sure nazil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr suresi bile, insanların dünya ve ahiret saadetlerini temine yeterdi. “Resulullah'ın ashabından iki kişi birbiriyle karşılaştıklarında biri diğerine Asr Suresi'ni okumadan, sonra da biri diğerine selam vermeden ayrılmazlardı.” Allah pazar zamanının sona ermesinin, ticaretin ve kazancın sona erdiklerine dikkat çekmek için, işte bu vakte yemin etmiştir. Bir şey kazanmadan eve giden tüccar, etrafını çocukları sardığında herkesin kendisine düşeni istediğinde, o anda mahcup olur, ziyanda olmuşlardan olur. Seleften birisinin Asr suresinin manasını bir buz satıcısından öğrendiğini söylüyor. Çünkü o satıcı bağırıyor ve “Ana sermayesi eriyip yok olana merhamet ediniz!” diyordu. Satılmadan tezgâhta kalan buz erimeye mahkûm olduğu gibi, değerlendirilmeyen zaman da boşa akıp gidecek ve hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü Asr zamanın akıp gidişini, yeniden, bir daha yakalanmayacak olan zaman kavramını içerir.

Durmadan akıp giden şu zamana andolsun ki, insanlık hüsranda, yıkımda, ziyandadır. İlk günden bugüne değişmeyen yazgısıdır bu insanın. Sonu gelmez ihtiraslar, acılar, kavgalar, savaşlar, zulümler. Ziyan! Bu, insan doğan ama insan kalamayanların hikâyesidir. Şeytan ve nefsinin, insanı Allah’ın yolundan alıkoymaya verdiği sözden sonra başladığı bu yıkım planı son hızıyla devam etmektedir. Meğer insan, ne kadar da hazırmış bu yıkım haline! İnsan kendini değersizleştirmeye, boş kalabalıklara dönüşmeye ne kadar da hazırmış! Bahsedilenlerden olmaya ne kadar da hevesli! “Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar; inkâr edenler ise (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.”(Muhammed:12)

            Dünyaya geliş amacı yücelerin yücesi bir makama kavuşmakken, çoğunluğun kendini hayvan gibi hatta hayvandan daha aşağı bir duruma sokması ne acı! Hayatları başıboş geçenler, daha çok kazanma arzusuyla akla hayale gelmeyen tezgâhlar kuranlar, zulmüyle abad olacağını sananlar, ezilmeye alışmış ve özgür bir ses çıkarmaktan aciz yığınlar, ne ararsanız var bu hüsran pazarında. “İblis: ‘Ey Rabbim! Beni (rahmet ve cennetinden kovup) azgın bırakmandan dolayı, andolsun ki ben de onlara yeryüzün(de günahları) süsleyeceğim (hoş göstereceğim) ve onların hepsini muhakkak azdıracağım. Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.”(Hicr:39-40) İhlâs… İşte önemli olan kelime budur. İnsanın, yıkım olan kaderini değiştirebilmesinin tek çaresi ihlâsa ermektir.

            İhlâs’ın adımlarının ilki imandır, imanla huzura ermek, bocalamaktan kurtulmak, gideceği limanı bilmek ve imanla güven sahiline kavuşmaktır. İmanın zıddı olan küfür bir zehirdir, insana mutluluğu haram kılar. Çabaları sonuçsuzdur. Hüzündür kalbin meyvesi, korkudur aklın hendesesi. Küfür suyun üzerinde biriken köpüktür. Küfür, insanın hiçbir yarasına merkem olmaz. Küfür yıkımın ta kendisidir. Küfür illetinin tek ilacı imandır. Çünkü iman her anında daha güçlü olmanı gerektiren bir yolculuktur. Bu yolculuğun azığı salih ameldir.

            Salih amel bir iddia olan imanın ispat edilişidir. İmanın azalarında yaşam bulmasıdır. Salih amel, dünyayı mamur eden ahiret sermayesidir. Salih amel, Allah’a yapılan şükrün en güzel ifadesidir. Salih amel, iman ağacının dalları, yaprakları ve meyvesidir. Salih amelsiz iman git gide kuruyacak bir ağaca benzer, vakti geldiğinde yakarlar odunları. Salih amel, ateşleri söndüren suyundur, dosdoğru yolda kalmana vesiledir. Salih amel, seni hüsran olmuş yığınlardan farklı kılacak ikinci adımındır, unutma! Eğer salih amellere isteğin çoğalacağı yere azalıyorsa sarsıl ve titre! Yüreğindeki ateş sönmeye yüz tutmuş demektir. Bu nurani iman ateşini alevlendir; namazla, oruçla, iffetle, tevazuyla, sadakatla, helal kazançla, müslümanlara taraftar olmakla ve her türlü salih amelle.

                Hakkı tavsiye, İyiliği tavsiye, kötülüklerden sakındırmak olarak bilinen tebliğ vazifesi demektir. Budur bizi diğer ümmetlere üstün kılan hidayet rehberimiz. Kur’an’ın bize bildirdiğine göre, Muhammed (as)’ın ümmeti diğer ümmetlere nazaran farklı bir konuma sahiptir. Bu farklı konumun temelinde, ümmeti Muhammed’in (as) iyiliği emredip kütülükten men vazifesini yapan bir ümmet oluduğu yatmaktadır. Yani bu ümmet, iyiliği emreden ve kötülükten nehyeden bir ümmet olduğu için diğer ümmetlerden farklıdır, onlardan daha hayırlıdır. Ne zaman ki bu vasfı kaybederse, ‘hayırlı ümmet’ olmaktan çıkar, geri ve kötü bir ümmet olur.

            Sabrın tavsiyesi, mutluluk kişinin kendisine zevk ve lezzet veren şeyleri istemesi, eziyet veren şeylerden kaçınmasıdır bu dünyada. İman edenler için bunun yanında ahireti de kazanma onun en çok mutlu olacağı bir görev mesuliyetidir. Mümin eziyete ve işkenceye maruz kaldığında, hastalandığında, yoksul düştüğünde, hapse girdiğinde sabredecek, imanının kalbinde korumaya devam edecektir. Bunun yanında nefsinin talep ettiği zevk ve lezzetler eğer gayri meşru ise bunlara karşı da direnecek, yetkili bir makamda ise yetkisini kötüye kullanmayacak, eline imkân geçse de yolsuzluk yapmayacak, rüşvet almayacak, kimse görmese de zina etmeyecek, intikam duygusuyla hukuku çiğnemeyecek, eline servet geçse de israf etmeyecek, gösteriş yapmayacak vs. belki de sabrın en zor olanı bu alanda gösterilen sebat, kararlılık ve dirençtir. “Nebi (as)’ın “Cennet çetin şeylerle, cehennem çekici şeylerle çevrilmiştir” demesi de bu meyandadır. “Allah sabredenlerle beraberdir.” Vesselam.