Seçimlerde genelde 2 merhale geçiriyorum. Birinci merhale parlak ve tatminkârdır. Yani seçtiğim muhtardan belediye başkanına, Cumhuru Reis’e kadar iyi, yararlı tarafsız ve tatminkârdır geçiyor. Seçilmeden önce her şeyi vaat ediyor ve seçildikten sonra bir süre vaadini yerine getiriyor, müstakim,  düzgün gidiyor; malıma, şanıma dokunmuyor, halk arasında fark etmiyor, hısım akrabayı istihdam ettirmiyor, onlara makam, fayda tahsis etmiyor. Bilakis milletin değişik kesimlerinden her ferdi istihdam ediyor ve ona makam veriyor. Hulasa adalet, eşitlik ilkesini hayata geçiriyor beni tatmin ediyor, dinimi koruyor, ülkemi kalkındırıyor.

 Ben “maşallah” der, keyfime bakarım ve derim ki seçimim tam yerinde oldu. Böyle devam ederse benim insanım da, dinim de vatanım da en alalarda olacak, ben ne Avrupa'yı ne ABD'yi aramam, onların kapısında dilenmekten içtinap ederim ve de ben ecdadım gibi onlara kuyruk değil, baş olurum. Benim hazinemde altınlarım ihtiyacımdan fazla bol kalacak, benim dinim de layık olduğu yerin üstünde kalacak. Aynı zamanda kendim her şeyimi yaparım, köyümü, şehrimi, yolumu, camimi, fabrikamı en ala dereceye yükseltirim, tüfeğimi, uçağımı imal eder ve ağyarı taklit etmekten uzak kalırım. Aynı zamanda efendi makamında olup köle rezaletinden kurtulurum, vatandaşımı memnun ederim, terör, anarşi gibi belalardan kurtulurum. İşte seçimimin birinci merhalesi her zaman hatta sultanlar devrinden bu güne dek böyle geçiyor.

İkinci merhalede; birden her şey değişiyor, seçtiğim kişiler beni, vatanımı, vatandaşımı, dinimi değil cebini, makamını, hısım akrabasını, çevresini öne alıyor. Hazinemi özel ceplere transfer ediyor, ne vatana, köye, yola, düzene, imalata hizmet ediyor, ne tüfeğimi uçağımı imal ediyor. Hulasa, sultanın hazinesine giren fare misali her şeyimi kemirip bitiriyor. Böylece beni yabancıların kapısında dilenmeye mecbur ediyor, dinimi irtica gibi hurafelerle tavsif ediyor. Hulasa her şeyi alt üst ediyor. Bundan dolayı milleten nefret sedaları yükseliyor, terör, kavga, şikâyet, yokluk baş gösteriyor, halk “oh” demekten “ah” demeye başlıyor, hatta münavebeyle ‘terapi’ kapısını tıklıyor.

Elbette ki İslam terbiyesiyle terbiye edilenler müstesna…

Zira onların her iki merhalesi müspet ve yararlı. Evet, imam Ömer halife iken ganime malı taksim edilmiş, ganimeden ona bir miktar kumaş düşmüş, kumaşı tıktırıp giymiş ve hutbeye çıkmıştır. Entarisi hem uzun hem de geniş, diğer sahabelerin ise dar ve kısa. Ömer hutbe okumak isterken sahabenin biri ayağa kalkıp dedi ki: "Ömer, üstündeki uzun ve geniş entarinin durumunu izah et ve sonra hutbe oku, yoksa seni dinlemeyiz”  Ömer,  “oğlum Abdullah cevap versin” demiş. Abdullah dedi ki” ben kendi kumaş payımı babama verdim, kendim paysız kaldım”

Sahabe “o zaman hutbeyi oku seni dinler söyleyeceklerini tatbik ederiz” dedi.

Hakka namzet ol.