Emperyalist güçler yabancı bir evde ev sahibi gibi davranıyorlar. Yanıbaşımızda Suriyede bulunuşları, tek başına müslümanları alçaltan bir nedendir. Sömürgecilik bir ulusun yabancı kişiler tarafından, yabancıların çıkarına göre yönetilmesidir. O, sürekli bir tahkirdir. Çünkü sömürgecilik, bir ülke halkının kendi kendini yönetemeyeceği, onun adına bu işi bir başkasının yapması gerektiği tezine dayanır. Eğer bugün Amerikalılar ve diğerleri, Suriyeyi her yanında cirit atıp onlar adına pazarlıklarda bulunuyorlarsa bu resmen Suriyenin sömürgeleştirilmesi durumudur. Şunu iyi bilmek gerekir ki birisinin buyruğu altında olmak, her zaman özgürlük özlemini doğurur. Bunun içindir ki, sömürgecilik kendi mezarını kendisi kazar… Eğer müslümanlar uyanırlarsa ve birlik beraberliklerini oluştururlarsa Sömürgecilerin oradan def olup gitmeleri kaçınılmazdır.

Eğer insan kendi hatalarına büyültücü, başkalarının hatalarını da küçültücü bir mercekle bakarsa, her ikisini de oldukça doğru bir şekilde değerlendirmiş olur. Müslümanların kendilerini temize çıkarması bir şey ifade etmez. Bugün yanıbaşımızda, bir müslüman devlet yok oluyor. İnsanları perişan ve yoksul, Arap ülkelerinden hiç ses ve seda yok zilleti kabul etmişlerdir. Türkiye de el uzatmamış olsaydı, toplu halde müslüman halk yok olma ile karşı karşıya kalacaktı. Milletimiz bu kadirşinazlığı şimdi değil tarihte hep yapmıştır. Sosyal medya kahramanlarına göre Türkiye bu kamburu sırtından indirmeli ve geri göndermelidir. Ölüme mi? toptan çoluk çocuk, ihtiyar, kadın yok olmaya mı göndersin… Bu nasıl bir vicdan? Azıcık rahatınız mı kaçtı? Bu yaygarayı koparanlar araştırılırsa daha önce onlar da göçmen olarak bu topraklara ve şefkatli milletimize sığınmışlardır! Bu kardeşlerimiz bizim gibi müslüman! Gandhi’nin dediği gibi “Bu çağın gereği ortak bir din değil, çeşitli dinlere bağlı insanlar arasında karşılıklı hoşgörü ve saygıdır.” Bari bu şekilde kabul ediniz Allah için. “Affetmek cesurların ziynetidir” ve millet olarak biz buna layıkız. Tarih bizi doğruluyor. İnsanlık vicdanının sözcüsü ve yoksulların, terk edilmişlerin ve unutulmuşların dostu olmak gerekmektedir.

İslam dünyasının şu anda içerisinde bulunduğu durum, üzerinde ciddi anlamda düşünüp çeşitli analizler yapmayı gerekli kılmaktadır. Son birkaç yüzyıldır İslam dünyasının Batı'nın ciddi anlamda etkisi altında olduğu bilinen bir gerçek. Batı, teknolojik gelişmenin sağladığı maddi güçle kendi dışında kalan toplumlar ve özellikle de İslam toplumu üzerinde hegemonya kurmak için uğraş sarfetti. Tüm dünya ülkelerine hâkim olma düşüncesini hemen gerçekleştiremedi, ancak bu sürecin oluşumunu sağlayacak altyapıyı hazırladı. Toplumları öncelikle kurmuş olduğu siyasi, düşünsel ve ticari sistemin içerisine çekmek için çaba harcadı. Bunda başarılı olması, dini ölçülerin dışında şekillenen kültürel yapısını dayatmaya çalıştığı topluma hâkim olmasını ve onları sömürge konumuna indirgemesini beraberinde getirdi.

Avrupalılar, kendi sistemlerini geri kalmış (az gelişmiş!) ülkelere dayatmayı bir hak ve gereklilik olarak görmekte ve bunu yerine getirmek için uğraş sarf etmekteydiler. Önce toprak, sonra iş gücü sonra da zihinler sömürgeleştirilmiş ve istismar edilmişti. Güç bakımından hemen hemen tüm İslam toplumları benzer bir yapı arz etmekteydi. Batının kolonisi durumuna düşmeyen İslam toplumları da diğerlerinden pek farklı değildi ve farklı düzeylerde de olsa Batının kültürel ve sosyal yapısından etkilenmişlerdi.

Günümüzde müslümanlar birbirini ötekileştirip birbirlei ile çatışıyorsa bunda Batı'nın ciddi anlamda etkisinin olduğunu rahatlıkla ifade etmek mümkün. Ancak Batı'nın İslam dünyasını parçalama ve kendi içerisinde çatıştırma arzusunun varlığı, müslümanların bu arzuya uygun davranışlarda bulunmalarını hiçbir şekilde meşrulaştırmaz.

1099’da haçlılar Antakyadan Harran’a, ordan da Filistine ve başkent Bağdata doğru akın etmekteydiler. Otuz ay içerisinde halifelik tam sekiz kez el değiştirmişti. Bu arada haçlılar ise müslümanlara zulüm ediyor her tarafı yakıp yıkıyordu ve yerlerini sağlamlaştırıyordu. Müslümanların şimdi ki durumu bu değil midir? Haçlılar bütün müslüman ülkelerin başına bela olmuş yer altı ve yer üztü kaynaklarını alıyorlar ve onların izzetlerini ve şereflerini ayaklar altına alıyorlar, müslümanlar ise hala kendi makamlarının ve saltanatlarının peşindedirler.

Tüm zamanlarda müslümanların varlığına anlam katan, varoluşsal anlamda güç-kuvvet veren, varlıklarını ve temel referanslarını değerli kılan ana muharrik güç vahdet pratiği olmuştur. Müslümanlar, vahdeti temin edebildikleri ölçüde mensubiyetleri ile iftihar edebilmiş, insani ve ontolojik haklarını da bu sayede elde edebilmişlerdir. Tarihin birçok döneminde buna tanıklık ettikleri gibi özellikle günümüzde bunu somut bir şekilde yaşamaktadırlar. Haddi zatında “insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” olan müslümanlar, bugün vahdet pratiğini gerçekleştiremedikleri için milyonlarının kanı heder olmakta, yüz binlercesi yerinden yurdundan uzaklaştırılmakta, temel insani hakları ihlal edilmekte hatta bunun ötesinde her türlü problemin kaynağı olarak görülebilmektedirler.

Müslümanların arasındaki şu yapay sınırlar, başındaki istikrarsız kukla yönetimler, hiçbir milli ve bütünleştirici ufka sahip olmayan uyduruk devletler… Bir taraftan sadece belli kesimlerin memnun olduğu babadan kalma krallık sistemleri, diğer taraftan toplumun geniş kesimlerini memnun edemeyen askeri ihtilal yönetimleri… Tam bu noktada, “Egemenlik Allah’ındır” sloganlarıyla hareket eden İslami hareketler, mevcut siyasi sistemler karşısında en büyük tehdidi oluşturmaktadırlar. Aslında aramızda yığınlarca ortak nokta varken bölgesel milliyetçiliğin, ayırımcılığın, bölücülüğün ve parçalanmanın tuzağına neden düşmekteyiz? Şairin şu mısraları yerinde kullanmalı; “Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm, Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu, gül devrini bilseydim bülbül olurdum, ya rab beni evvel getireydin ne olurdu.” Vesselam.