Asırlar boyunca ırkı, dili ve beldesi farklı olmasına rağmen, müslümanların kendi aralarında kurdukları beraberliği devam ettirmeleri İslam düşmanlarını bir hayli korkutmuştu. Muarızlar, ümmeti sömürmeye ve köleleştirmeye giden en iyi yolun “böl ve yönet” gibi son derece etkili bir taktikle iş gördüler ve itina ile yürüttükleri hummalı faaliyetlerini bu noktadan başlattılar. Hz. Peygamber “Ve benim ümmetimden öyle bir takım kavimler çıkacaktır ki, o batıl inançlar içlerine, tıpkı kuduz mikrobunun, kuduzlu hastanın bir damarına ve eklemine bulaşması gibi nüfuz edecektir.” Nitekim müslümanlar, milliyetçilik ve kavmiyetçiliğin sesi yükselince, sevinçle ona doğru akın ettiler.  Müslümanların pek çoğu, batıl düşüncelerin peşinde soluk soluğa koşmakta, onun ürünü olan düşüncelere takılmaktadır. Son iki yüz yıl içinde insanlığın üstünde denenmemiş sistem kalmadı, başarısız yöneticilerin ve bozuk sistemlerin deneme tahtaları haline geldik. Artık insanların üstünde; “bu güne kadar her şey denendi ve başarısız oldu, denenmemiş olan tek şey İSLAM. Başka da seçenek kalmamıştır. Ancak İslam denilince modern dönemde sadece ibadetleriyle, dini törenleriyle, dış şekliyle ve “Hak-Hukuk’tan ziyade “Had-Hudud”a, amaçlardan ziyade cezalara önem veren İslam değil, insanların hak ve hukukuna riayet eden, hürriyet ve özgürlükleri gözetip dünyayı adaletle yönetecek bir İslam.

Emperyalist güçlerin, müslümanları bölmek ve onların vahdetini önlemek amacıyla her türlü entrika ve desiseler düşünmüşlerdir. Osmanlının yıkılışıyla İslam ülkelerini sömürgeleştirmiş ve parsellemişlerdir. Her parselledikleri devletin başına kendi uşaklarını yönetici yapmış ve sömürmeye devam etmişlerdir. Her devletin başına bela olacak ve ileride kullanacak belalar ihdas etme gibi bir oyunu da sergilemişlerdir. Örneğin o gün Kürt milletine devlet vermeyenler İran, Türkiye, Suriye ve Irak içerisinde parsellemişlerdir. Çünkü bu dünya sinasında Kürtlere verdikleri rol ileride sizi bu ülkelere karşı kullanacağız rolüydü.

Aklı başında her insan bu kısacık ömründe uygulananların bu olduğunun farkına varmamış ise aklında ziyan vardır demektir. Ermeni terörü, 27 Ocak 1973’te ABD’nin Santa Barbara kentinde, Gurgen Yanikan adlı yaşlı bir Ermeni’nin tablo hediye etmek istediğini söyleyip otel odasına çağırdığı Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ile Konsolos Bahadır DEMİR’i katletmesiyle başlayan “Bireysel Ermeni Terörü”nü 1975’ten itibaren “Örgütlü Ermeni Terörü” izlemiş ve yurt dışındaki Türk görevlileri, elçilikleri ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede yoğunluk kazanmıştır. Basında bu suikastler yer alırken, 1915 olaylarından soykırım şeklinde bahsedilmesi Ermenilere daha çok seslerini duyurabilecekleri düşüncesine kapılmalarını sağlamış ve bu durumu kullanarak 34 Türk diplomatına saldırı düzenlemişlerdir. 6 Nisan 1980’de, 1965’teki 24 Nisanları katliam günü olarak anma kararı aldığı gibi, yine Lübnan’ın Sedan şehrinde ASALA ile PKK arasında imzalanan bir anlaşma ile ASALA Türkiye’deki terör hareketini Karabağ’a kaydırmış ve yerini PKK terör teşkilatına bırakmıştır. Böylece, PKK’nın ilk terörist eylemleri de 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli’de başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir.

Türkiye Devleti Hükümetlerinin yanlış bazı uygulamaları yüzünden yasak edilen Kürtlerin dil sorunu problem haline getirilmiştir. Bunu fırsata çeviren, PKK’nin efendileri, çok ustaca Kürt milletinin zaafını PKK’ya arguman olarak vermişlerdir. PKK bu argumanı hep kullanmış ve Kürt milleti ise bana yanaşmamıştır, bu sefer örgüt Kürt milletinin üstünde korku imparatorluğunu devreye koymuş ve böylece hegomanyasını devam ettirmiştir. Hükümetler gelmiş geçmiş ancak terörle mücadele istenilen düzeyde olmamıştır. AK Parti hükümeti döneminde terörle mücadele başlamış olup, hain Fetö örgütünün PKK ile flörtünün de ortaya çıkarılması ile son bulmuştur. Devletin son bir yıldır PKK’yi bitirme ve Kandile kadar girme hareketi, PKK’nin kan kaybına ve taşradan asker alamamasına neden olmuştur. Örgütün siyasi ayağı HDP devreye sokulmuş, belediyelerin gençlik ve halk evlerinde dağa militan yetiştirme faaliyetleri baş göstermiş adeta örgütün askerlik şubesi görevini üstlenmiştir.

Bunu fark eden millet, bir annenin Diyarbakır HDP’nin önünde başlattığı eylem sonucu çocuğunu kurtarmasıyla, diğer analara da bir ışığın doğmasına neden olmuştur. Bundan dolayı mağdur annelerin eylemi devam etmektedir ve bu dalga dalga yayılacaktır. Durgun suya atılan bir taşın küçük bir halka oluşturup sonrada bütün suyu kaplaması gibi veya bir kartopunun yuvarlanması misali git gide büyümesi gibi büyüyecektedir. Milletimizin yapısında mağduru koruma vardır. Yurdun dört bir yanından Diyarbakır annelerine destek olunması ve bölgemizin 154 aşiret reisinin Diyarbakır annelerine desteğini deklare etmeleri anneler için moral olmuştur ve sayıları gitgide artmaktadır. Annelerin en büyük zaafı evlatlarıdır. Dolayısıyla anneleri güçlü kılan da bu zaaftır. Bu direniş organik kalabildiği oranda yaygınlaşacaktır. Sadece Diyarbakır’da değil HDP teşkilatlarının olduğu her yerde bir serhildanın başlaması sürpriz olmayacaktır. Lütfen; AK Parti teşkilatlarının Kadın Kolları ve Gençlik Kolları gibi şova meraklı birimlerinin destek adı altında herhangi bir faaliyetin içine girmemesi, Kadem vb. feminist örgütlerle, gençlik konseyleri adı altında faaliyet gösteren ne idüğü belirsiz STK’ların mevzuya uzak durması ve engellenmesi gerekmektedir. Üzüntüsü sahte olanın, ağlaması gösterişli olur. Bırakın anneler mücadelelerini büyütsünler. Devlet sadece güvenliği sağlasın yeter.

Cumartesi anneleri de pazartesi anneleri de, Diyarbakırda bekleyen de taksimdeki olan da acısı birdir. Kimse annelerimizin duygularıyla oynamasın, malzeme çıkarmasın. Gerçek anlamda acılarına çare bulsun. Şu annelerin yüzünde nasıl bir sahtekârlık okuyorsunuz? “Siyasi bir hesaba alet edilmiş” diyebilir misiniz? Birilerinin kurguladığı oturma senaryosu sanabilir misiniz? “Gecikmiş” bir eylem diyebilirsiniz ama bu oturmayı siyasi bir manevranın parçası olarak görebilir misiniz? Masumane, içten gelen, yürek yangınıyla, sadece ve sadece evlat acısıyla oturdukları her hallerinden belli değil mi? Kendiliğinden, doğal oluşmuş bir vicdan patlaması değil mi? “Yeter artık! Bıktık sizin Amerikan ve İngiliz oyuncağı olmanızdan, çocuklarımızı da bu batıl davaya alet etmenizden” demek değil mi? Bir annenin batsın Kürdistanınız, bize genç bırakmadınız, kimi toprağın altında, kimisi de hapishanelerde çürümektedir. Bir annenin de HDP’li yöneticiye, senin çocukların hangi özel okulda okuyor, senin karın şu anda hangi plajda tatildedir demesi manidar değil midir? Bu bekleyişin, bu oturuşun, bu bakışın her biri sadece “evlat” endişesinin bir eseri değil mi?

Bu eylemin sadece “insani” bir isyan olduğunu anlamamız için sadece insan olmamız yeterli…

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde EYP bombasının patlatılması sonucu 7’si ölü 10 vatandaşımız yaralanması, örgütün Diyarbakır annelerine ve aşiret reislerine bir gözdağı olarak okumak mümkündür. Cellâdına âşık olmanın bedelini ödüyor bu millet, “Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” “Allahın laneti zalimlerin üzerine olsun” diyor Allah. Zulmün olduğu yerde tarafsız kalmak, haksızlık yapanın yanında yer almaktır. Belki çiğnenecek ve öleceğiz ama inşallah zalimlerle beraber olmayacağız. Şimon Perez’in “Kur’anın bahsettiği müslüman bu müslümanlar değildir” demesi müslümanları tetiklemiyorsa, ağıtçılar üstümüze ağıt yaksın demekten başka diyecek bir şeyim yoktur. Vesselam.