Kapalı kapılar ardında nelerin konuşulduğunu bilmem ancak basına yansıyanlardan yola çıkarak, Türkiye, İran ve Rusya devlet başkanlarının deklare ettikleri bildiride:Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli taahhütlerini vurgulamışlardır. Bu ilkelere evrensel düzeyde saygı gösterilmesi ve kim tarafından gerçekleştirildiğine bakılmaksızın, hiçbir eylemin bu ilkelere halel getirmemesi gerektiğinin altını çizmişlerdir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 497 sayılı kararı başta gelmek üzere, Suriye Golanı'nın işgalini reddeden ilgili Birleşmiş Milletler kararlarının hükümleri dâhil, herkesçe tanınan uluslararası hukuk kararlarına saygı gösterilmesi gerekliliğini bu çerçevede teyid etmişler ve bu itibarla, ABD Yönetiminin işgal altındaki Suriye Golanı’na dair uluslararası hukukun ağır ihlalini teşkil eden ve bölgesel barış ile güvenliği tehdit eden kararını kınamışlardır. İsrailin Suriye’ye yönelik askeri saldırılarının istikrarı bozduğunu ve bu ülkenin egemenliği ile toprak bütünlüğünü ihlal ettiğini, ayrıca bölgedeki gerilimi tırmandırdığını değerlendirmişlerdir.
Anayasa Komitesi oluşturulma kararı alındı. Anayasa Komitesi için muhaliflerin ve Suriye rejiminin verdiği isimler tüm taraflarca onaylandı. Anayasa Komitesi'nin oluşmasıyla birlikte, Türkiye ve diğer bölge ülkelerindeki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönebilmesi için uygun şartların da oluşturulması hedefleniyor. Bu şartların başında, genel af çıkarılması geliyor.
Türkiye, İran ve Rusya'nın Cumhurbaşkanlarının bir araya gelişinden sonra, Esad'ın ABD güdümündeki YPG örgütünü terör örgütü olarak tanıması ve genel af sözünü vermesi, ufak dahi olsa bir ümit vermiştir. Bu ABD'ye aslında kendi meselelerimizi kendimiz halledelim demektir. Esad Efendi "Ba'da harabı’s-Suriye" "Suriye harabeye döndükten sonra mı?" söyleyecektin bu sözü demek geliyor insanın içinden. Ancak “En kötü barış savaştan iyidir” İlkesi gereğince Suriye’ye barışın gelmesi insanların öldürülmesinden, yurtlarından edilmesinden daha iyi olduğu muhakkatır. Kanımız aksa da zafer islam’ın olacaktır sloganlarıyla sosyal medyayı inletenler, ahkâmlar kesiyorlar! Ağzı olan konuşuyor, öldürülen onlar değil, yurdundan edilenler onlar değil, rahatları bozulanlar onlar hiç değil; keyifleri yerinde ve ahkâm kesmek kolay geliyor onlara. Seyyid Kutup Emperyalist güçlerin müslümanlar arasında çıkardıkları savaşlarda, “Savaşın galibi müslümanlar olmayacak” çünkü oyunu kuran onlar değildir demişti.
Yemen’in Arabistan’ın iki petrol tesisini vurması neticesinde, ABD’nin pervasız kışkırtması sonucu, deli veliaht prensin ileri geri konuşmasına sebebiyet vermiştir. Hep aynı oyun hep aynı sonuç! ABD’nin Suriye’de hesaplarının istediği gibi gitmemesinin sonucu olarak İran ve Arabistan’ı kapıştırmasına sebebiyetle sonuçlanabilir. “Kurt puslu havayı sever” demişler atalarımız. Çünkü kurt avını daha kolay avlar da ondan. Bu da o hesap ABD havayı puslandırmak istiyor. Zira Türkiyenin Cumhurbaşkanı ABD’ye iki hafta mühlet vermiş, istediği doğrultuda durum düzeltilmezse YPG örgütüne müdahale edeceğini söylemiştir. Buna mukabil ABD, İran ve Arabistanı kapıştırmak ve gündemi değiştirmek istiyor. Ancak Suriye konusu sanki Türkiye, İran ve Rusya ile şekillenecektir gibi görünmektedir.
Osmanlının yıkılışının sebeplerinden biri olan, göç hareketleri; 1783- 1922 yılları arasında 1,8 milyon Tatar Kırım’dan Osmanlı topraklarına göç etmiştir. 1859-1879 yılları arasında Kafkasya’yı terk eden 2 milyon göçmenin 1,5 milyonu Osmanlı topraklarına varabilmiştir. 1881-1914 arasında bu bölgeden devam eden göç sonucunda 500 bin kişi daha gelmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda ise Balkanlardan, ileriki yıllarda da sürecek, büyük bir kitle göçü başlamıştır: 1,5 milyon kişinin Osmanlı topraklarına göçü esnasında 300 bin kişi yaşamını yitirmiştir. 1893-1902 yılları arasında da 72.500 kişi Bulgaristan’dan göç etmiştir. Ve son olarak, 1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında 640 bin kişilik büyük bir göç dalgası daha yaşanmıştır. Osmanlı’da devletin zayıflamaya başladığı son dönemlerde bilhassa Balkanlar’da ve Kafkasya’da kaybedilen topraklardaki çok sayıda Müslüman Anadolu’ya iltica etmiştir. Devlet tarafından uygun yerlere yerleştirilmeye çalışılan bu insanlar, yerleştikleri bölgelerde bir takım yeni sorunlarla karşılaşmışlardır ve Osmanlının ekonomik dar boğazı ve borç altına girmesi acı sonun gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Devletin Suriye mültecileri için takip ettiği iskân politikası ve devlet yetkililerinin göç ve göçmen sorunları için aldığı tedbirler takdire şayandır. Belirlenen iskân muhitlerine yerleşen ya da yerleşmek zorunda kalan ve muhacir denilen bu zümrelerin, yerleştikleri bölgelerde karşılaştıkları iskân ve barınma sorunları, geçim sıkıntıları, eğitim ve sağlık problemleri ayrı sıkıntılar getirmektedir. Bilerek kamuoyunda Suriyelilere karşı iticilik oluşturulması da ayrı bir sıkıntı. Osmanlı tecrübesi üzerinden Suriyeli mülteciler konusunda, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki muhacir iskânı politikasına ve Suriyeli mültecilerin karşılaştığı sorunlarla aynı kaderi paylaşmaması için Türkiyenin acilen çareler araması gerekmektedir. Fırat’ın doğusunda oluşturulmaya çalışılan bu planın parçasıdır. Acilen bu sorun halolmazsa Osmanlının başına gelenler Türkiyenin başına gelmesi mukadder olabilir.
Mahir Kaynak şöyle diyordu: “Diyorlar ki terör örgütleri yeni bir devlet kurma derdinde. Hayır, efendim; hiçbir örgüt devlet kuramaz. Ortadoğu’daki tüm örgütler, Büyük İsrail Devleti kurulsun diye kurulmuştur.” Müslümanların gafleti ne zamana kadar? On bir bin (km) öteden beri gelen ABD güçlerinin Suriyede ne işi var denilmeyecek mi? Senin derdin başka ama sorun benim sorunum denilmiyecek mi? “Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” fermanının manası sizce nedir acaba? Siz kendinizi değiştirmezseniz Allah gelip size Başkanlık etmeyecektir. “Bulutlar arasından Allah’ın ve meleklerinin inip sizi yöneteceğini sanırsanız” bu olmayacaktır. Eğer bireyler adalet uğruna savaşmak için adil olmayı beklerlerse adalet sağlanmayacaktır. Eğer barış uğruna mücadele etmek için huzura ermeyi beklerlerse barışa asla erişilmeyecektir. Eğer özgürlük adına çarpışmak için içsel olarak özgür olmayı beklerlerse özgürlüğe asla ulaşılamayacaktır. Yeryüzünde kötülükleri yenmek için de cennete girmeyi bekleyelim bari… Tam tersine, insanlık tarihi bir toplumu değiştirmenin ruhaniyetten ya da kendi üzerine çalışmaktan bağımsız bir görev olduğunu kanıtlıyor. Allahın sünneti, “Herkese çalıştığının karşılığı vardır” ayetiyle sabitlenmiştir. Vesselam.