Hz. Peygamber devlet başkanlığı görevini yapmak, silahlı kuvvetler başkomutanlığı vazifesini deruhte etmek, İslam prensiplerini Müslümanlara öğretip, bu amaçla, içinde toplantılar tertiplemek üzere genel bir toplantı, mahalli olan cami inşa etmek gibi temel işler yaptı. Bu umulmadık arazi parçasının üzerinde kurulan cami müminlerin dünyasının yeni merkezi olacaktı… Sekuler ile kutsal yan yana saf tutacak, o sıralar dünyanın büyük bir bölümünde yapıldığı gibi kolayca birbirleriyle kaynaşacaklardı. Bir yuva buluşu ve cami inşa edişi ona rahat bir biçimde düşünme ortamı sağladı. Bu ona kendi dinini kurmak için bir temel, bir güç ve emniyet verdi. Tertiplediği bu toplantılarda, bilhassa insanların bir gaye etrafında birleştiren, bağları ve ilişkileri belli esaslara bağladı. Buna bir tanım getirdi ki bu tanım tüm insan topluluklarından farklı olarak İslam ümmetine mahsus bir tanımlama idi. Ümmeti örgütlemek, ona özel kavramlar ve farklı bir anlayış tarzı kazandırmaktı. O zamana kadar İslam dini daha ziyade itikad ve ibadet esaslarından oluşmaktaydı. Artık İslam dinini değişmez prensiplere dayandırmanın, ibadet biçimlerini kesin surette belirlemenin, dini rükün ve farzların sayı ve şekillerini belli usule oturtmanın zamanı da gelmişti. İbadetlerin hangi kıbleye yönelerek eda edileceği de Muhammed (as)’in Medine’de açığa kavuşturduğu hususlardandı.
Hz. Peygamber, siyasi otoritenin yanında dini liderliği de kendisinde topluyordu. Müslümanlardan hiçbir kimse, dini siyasetten ayırmak için ne herhangi bir yanlış tavır koyuyor, ne de din ve siyaseti bir arada yürüttükleri için idarecileri tenkitte bulunuyordu. Yabancılar Müslümanlara ait toprakları zor kullanarak ele geçirinceye kadar bu durum devam etti. Hz. Peygamber’in devrinde cami, aynı zamanda yeni riyaset makamının da merkezi oldu. Bütün işler artık burada karara bağlanıyordu. Barış gibi, savaş muzakereleri gibi, gelen yabancı heyetlerin karşılanması gibi bütün Müslümanları ilgilendiren konularla ilgili genel görüşmeler, burada yapılıyordu. Caminin inşa edilmesinin amacı, namazın kılınacağı bir mekân olması hasebiyle dini, İslam cemaatinin bir araya gelmesini sağlayan bir yer olması itibariyle de siyasiydi. Cami, Allah’ın evi veya halkın evi… Ne fark eder ki? “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekkedeki (Kâbe) dir”(3/96) ve bu ev insanların dünya ve ahiretini beraberinde götürmesini sağlamıştır. Tek ilahtan yüz çevirmiş bir medeniyetin kıymeti yoktur. Ahiret gününü bilmeyen iyiliği kötülüğe karıştıran bir medeniyet hiçbir değer taşımaz.
Medine’de cami inşa edilince artık Müslümanların bir merkezi ve toplantı yeri durumunu aldı. Müslümanlar burada her zaman Hz. Peygamber’le buluşur ondan çeşitli konularda değerli bilgiler alarak aydınlanmaya çalışırlardı. Hz. Peygamber de onları irşad eder ve yönlendirirdi. (Cami hem dini hem de sosyal bir konumu vardı.) Burada alışveriş eder birbirlerini karşılar ve toplantı yaparlardı… Vaktiyle ayrı ayrı forumlarda toplanan ayrılık içindeki insanlar birleşti, değişik semtlerin sakinleri birbirlerine kavuştu, kabileler bir araya geldi, kuşaklar birbirlerini sevmeye başladı, ayrılık yerini birlik ve beraberliğe bıraktı, bölünmüşlük uyuma dönüştü. Artık Medinede ayrı ayrı cemaatler değil bir tek cemaat ve bir tek önder vardı. O da Allah’ın elçisi Muhammed (as) idi.
Hz. Peygamber’in camiyi Müslümanların İslami esasları ve prensipleri öğrendikleri bir ‘mektep’, uzun zamandır cahiliye adetleriyle savaşların aralarında nefret ve ayrılık doğurduğu çeşitli kabilelerden değişik insanların bir araya geldiği bir ‘cemiyet’, bütün siyasi işlerin idare edildiği ve cihada karar alındığı bir ‘karargâh’, istişare ve icra toplantılarının akdedildiği bir ‘meclis’ idi. Aynı zamanda ne evleri, ne malları, ne aileleri ve ne de çocukları bulunmayan bazı fakir mültecilerin, ‘muhacirlerin’ büyük bir kısmının kalacakları bir ‘yurt’ idi. Bu mutevazi bina, meleğimsi insanların eğitildiği, zalimleri dize getiren ahiret sultanlarının terbiye edildiği yerdi. İslam toplumunda camiye yüklenen işlev, onu maddi ve manevi yönlendirme yeri kılar. Orası ibadet sahası, ilim medresesi ve edeb meclisidir. Orası namaz farizasiyle ve onun saflarıyle İslam’ın özü olan ahlak ve gelenekleri birbirine bağlar. İslam’da caminin tarihi gösteriyor ki; İslam orduları yeryüzünü hidayete kavuşturmak için buralardan hareket etti. Hidayet nuru insanlara buradan ulaştı. İslam medeniyetinin tohumları buralarda filizlenip büyüdü.
Müslim veya gayrımüslim, herhangi yabancı bir heyet, Hz. Peygamberi görmek ve görüşmek üzere geldiklerinde o, bunları camide kabul ediyordu. Hz. Peygamber evinden çıkıyor ve gelen heyetleri kabul etmek için, evinin kapısı önünde oturuyordu. Bazen, Hz. Peygamberi görmek için Medine’ye gelen heyetler, kimseyi tanımıyorlardı. Hz. Peygamber bu gibi heyetleri camide barındırıyordu. Bu heyetler, develerini cami avlusunda bir yere yerleştiriyorlardı. Muhtemelen develere ayrılan bu yer, yeteri kadar büyüktü. Zira bu gelen heyetler, bazen onlarca idi. Bu sayı bazen sekseni buluyordu. Peygamber’in Çeşitli kabileler tarafından gelen heyetlerin kendisinden gördükleri nazik muamele, aralarındaki ihtilafları gidermek hususunda gösterdiği üstün zekâ ve hudut tayini meselelerinde ortaya attığı siyasi tedbirler, Hz. Peygamber’in ismini umumun kabulüne mazhar kılmış, âlicenap büyük bir emir sıfatı ile şöhretinin Arap Yarımadasında baştanbaşa yayılmasına sebep olmuştur.
Cami, Gayr-ı müslim şairlerin Müslüman şairlerle atıştıkları mekân, hatta batıl şiirler dahi okunmasına müsaade edilmiş ve Hz. Peygamber bütün bunları hoşgörü ile karşılamıştır. Hz. Peygamber Necran Hıristiyanlarını camide karşılamış ve onların sorularını cevaplamış ve caminin bir köşesini ibadetlerini ifa etmek için ayırmıştı. Cami, hapishane olarak da kullanılmıştır. Necid’li reis Sümame esir edildiğinde caminin bir sütununa bağlanmış ve bütün ihtiyaçları karşılanmıştır. Verilen sorulara istediği şekilde cevap vermiş ama hiçbir baskı ve işkence ile karşılanmadığı için de serbest bırakılınca kendi isteğiyle, “Ey Muhammed, şimdiye kadar, benim en çok nefret ettiğim şahıs idin. Fakat şu andan itibaren yeryüzünde en çok sevdiğim şahıs durumundasın” diyerek ihtida etmiştir.
Cami devlet misafirlerini ve heyetlerini ağırlamanın yanı sıra, bir takım askeri ve sportif faaliyetlerin yapılması için de merkez rolünü oynamıştır. Ama bütün bunlardan da öte mescit bu yeni toplumun bir eğitim medresesi, ilim ve kültür üniversitesi olmuştur. İslam medeniyetinin ilk tohumları işte bu verimli merkezde atılmıştır. Daha sonra insanlığın marifet, sanat ve ticaret sahasındaki en önemli sonuçları burada elde edilmiş, en verimli meyveleri derlenmiştir. Bu medrese hiç şüphesiz ki ümmi bir toplumda, ilim ve marifetten yoksun bir ortamda işe başlamış ama kısa zamanda çok geniş bir daire doğudan batıya kadar herkesi kuşatan zangin bir kültür neşretmeye başlamıştır.
Günümüz müstebit laikçilerin iddia ettikleri gibi cami sadece dini bir görev olan ibadete münhasır bir mekân değildir. Bilakis cami Müslümanların hayatında cereyan eden bütün sorunların tartışıldığı bir merkez konumunda idi. Ancak caminin bu fonksiyonu Batı sömürgeciliğinin İslam dünyasını istila etmesiyle birlikte akamete uğramış, cami asıl muhtevasından boşaltılarak geri sıralara itilmiştir. Hz. Peygamber döneminde, idari, siyasi, sosyal, kültürel ve benzeri birçok faaliyetin merkezi olmuştur. Ancak icra edilen fonksiyonların o gün başka imkânların bulunmamasındandı. Günümüzde devletin idare edildiği hükümet konakları ve devlet kurumları, konuk evleri, sportif faaliyetlerin yapıldığı yerler, askeriyeye ait kışlalar vb. imkânlar nedeniyle caminin ibadet yeri olarak temiz kalması daha doğrudur. Birçok faaliyet Müslümanların şuurlandırılması, birlik ve beraberliklerinin zinde tutulması için cemaat, vakıf, sendika ve birçok sivil toplum kuruluşlarından istifade edilebilir.
Hz. Peygamber, İslamda namazı ve camiyi öyle bir konuma oturtmuştur ki, bu iki müessese, sadece manevi yönden, kulun, Allah ile temas etmesini sağlamak için değil, aynı zamanda maddi yönden vatandaşın devlet başkanı ile temas kurmasını sağlamaya da yöneliktir. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in tatbikatına göre, bölgenin valisinin, aynı zamanda, caminin de imamı olması gerekmektedir. Böylece vatandaş devlet ile direk görüşme imkânı bulsun ve şikâyetini, günde beş defa kendisiyle namaz kılan devlet yetkilisine iletebilsin ve devlete karşı kindar duruma gelmesin. Memurlar da vatandaşla hemhal olan valinin durumunu görünce şikâyet korkusundan görevini hakkıyla yapacaktır.
Camiler İslam medeniyetinin akıl ve ruh arasındaki denge gözetilerek mükemmel bir eğitimin ortaya çıktığı mekânlardır. Cami, İslam toplumunun bütün faaliyetlerinin ışıldadığı bu merkez, bütün sanatların odak noktasıdır. Camiler günümüzde ancak sınırlı bazı vakitlerde istihdam edilmektedir. Oysa sabahın erken saatlerinden günün sonuna kadar çalıştırılabilir. İşte son senelerde Batı’da çokça görülen açık üniversiteler bunun bir örneğidir. Gerçekten de bugünkü üniversitelerin ve okulların istihdam alanları oldukça sınırlıdır. Tatiller hesaplanırsa öğretim müddetinin yarısı veya üçte biri oranında ancak istihdam olunabilmektedir. Üniversite ve okulların bu kadar tatil edilmesi var olan şartlara rağmen geri kalmışlığımızın başlıca sebeplerinden biri olarak görülebilir. Gerçekten de caminin kurulması, ailenin ve cemiyetin sosyal yapısının ilk dokusunu meydana getirmiş, bu doku, ilim, yargı, ibadet, alış veriş ve başka münasebetler yoluyla tek bir fikri birlik bağlamında, Müslümanların İslam ile özdeşleşmesinin aracı olarak kendini göstermiştir. Yani, cami, sadece bir ibadethane ve namazgâh değildir; İslam, nasıl ki, siyasetin ve toplumun tüm yönleriyle ilgileniyorsa cami de aynı yönlerde faaliyet gösteriyordu.
Bu duygu ve düşüncelerle; “Hükümlerin önderleri, İslam’ın sancakları, Nübüvvetin varisleri, Ümmetin liderleri, Milletin efendileri, Hidayetin anahtarları, Karanlığın kandilleri” Başta Sayın İl Müftümüz olmak üzere bütün müftülük persöneli ve imamlarının, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen 2019 Yılı ‘Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nı Can-u gönülden kutluyorum. Vesselam.