Hiç şüphe yok ki; Allah, halim (yumuşak ve ağırbaşlı) olanı sever. Ve genelde, insan fıtratının istediği ve hoşlandığı da budur. Nitekim Allah peygamberine şöyle buyurmaktadır; “Allah’ın rahmetinden dolayı sen onlara yumuşak davransaydın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”(3/159) Rabbimiz burada fıtri, yani insanın yaratılışında olan bir hakikate dikkat çekerek, insan psikolojisi, kaba ve katı tavır ve davranışlara karşı oldukça hassas olduğunu belirtmiştir. Kaba ve katı tabiatlı olsaydın, etrafındakileri devamlı azarlasaydın, onlara emirler yağdırıp, zora koşsaydın ve kendin ise rahat içerisinde bulunsaydın, onların hatalarını affetmeyip, cezalandırsaydın, ruhu okşayıcı bir üslupla nasihat etmeyip, toplum içerisinde küçük düşürseydin, bu ve benzeri katılığı gösterseydin, etrafındaki arkadaşların, sana iman edenler dağılır giderlerdi, onları bir araya getiremez, toplayamazdın, çünkü insanın yaratılışına, fıtrat kanununa aykırı idi, insan yaratılış itibariyle kabalığa tahammülsüzdür.
“(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir. İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur”(41/33-35) diyor Allah. Bu ayetlerin hayatımızdaki ve bütün bir sosyal ilişkilerinizdeki yerini araştırmamız gerekir.
Enes b. Malik anlatıyor: “Bir gün Rasulullah (as) ile birlikte yürüyorduk. Arap bir bedevi, Rasulullah (as)’ın arkasından elbisesini tutarak şiddetle çekti. Rasulullah (as)’ın boynuna baktım. Çekilen elbisenin şiddetinden boynunda iz kalmıştı. Bedevi; “Ya Muhammed!.. Yanında olan Allah’ın malından bana da ver” diyerek bir şeyler söyledi. Rasulullah (as) ona döndü ve tebessüm etti. Sonra bir miktar mal verilmesini emretti.”(Buhari) Hz. Peygamber’in bu olgun ve merhametli tavrı, yukarıya aldığımız ayetin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır şüphesiz.
Büyükler küçüklere daima öncü olacaklardır. Seksen yaşında bir adam, beş yaşındaki bir çocuk içeri girince ayağa kalkmış. Etrafındakiler “aman efendim, ne yapıyorsunuz; çocuk o!” demişler, yaşlı adam, “çocuk saygıyı bizden öğrenmeyecekse kimden öğrenecek?” diye cevap vermiş. Geleceğin çocuklarının saygıyı öğrenmesini istiyorsanız ona “saygılı ol” demek yerine saygıyı gösteriniz.
İslam dini en ufak ayrıntıları bile göz ardı etmemiştir. Bundan dolayı günlük hayatlarında insanların kendi aralarında görgü ve nezaket kurallarını belirlemiştir. Hatta tuvalet adabı gibi en basit işler bile bu nezaket ve görgüden payını almıştır. Müşrikler Selman-i Farisi’ye kızıyorlar ve “Sizin peygamberiniz, tuvaletin nasıl yapılacağına varıncaya kadar size her şeyi öğretiyor” diyerek onunla alay ediyorlardı. O da onlara; “Evet, bizim peygamberimiz, tuvalete kıbleye dönmemizi, sağ elle temizlenmemizi… Bize yasak etmiştir.”(Müslim) Cevabını veriyordu. Nezaket ilk erdemdir, belki de tüm erdemlerin kökenidir. Nezaket ahlaktan öncedir ve ahlakı sağlayan şeydir. Nezaket, ahlakın doğması ve hatta bir yanıyla da, serpilip gelişmesi için gerekli koşulları yaratarak, ahlakı döngüden kurtarır. Nezaket olmasaydı insanlar görevlerini öğrenemezdi. Nezaket ve ahlak, toplumu bir arada tutan tuğlalar gibidirler.
İslam’ın, hayatın bütün alanlarını, büyüğü ve küçüğüyle, erkeği ve kadınıyla herkesi kuşatan birçok adabı ve nezaket kuralı vardır. Nebi (as), “Kadınlar erkeklerin benzerleridir”(Ebu Davud) demiştir. Buna göre, kadınlar erkeklerin yaratılış, huy ve İslam hukuku karşısında erkeklerle aynı statüde olmaları gerekmektedir. Bu nedenle erkeklerden uygulamaları istenen İslam’ın görgü ve nezaketine ait kurallar, kadınlardan da aynı şekilde uygulamaları istenir. Çünkü kadınlar ve erkekler, Müslüman toplumu ancak birlikte oluşturabilirler. İslam dini de kadın ve erkeğin uygulamalarıyla hayat bulur ve dışarıya sunulur.
İslam, imana ermiş kişinin olgunlaşması ve insanlar arasında sosyal bir düzen ve uyumun gerçekleşmesi için bu görgü kurallarına uyulmasını istemiş ve bu yönde özendirmiştir. Hiç şüphesiz bu kuralların, “Görgü ve Nezaket” olarak isimlendirilmesi, sözkonusu uygulamaların; insanların dilerlerse yerine getirip, dilerlerse göz ardı edebilecekleri veya yerine getirmeleri daha doğru bulunduğu için lütfen yapacakları işler olduğunu göstermez. Aksine nezaket ve görgü kuralları, İslam dininin özü ve hedeflerinin gerçekleşmesi için yerine getirilmesi zorunlu pratiklerdir. “Bilinmesi gerekir ki, az bir kibarlık, pek çok işten daha üstündür.” Onun için hikmet ehli mürebbiler; “amelini tuz, edebini un yap” demişlerdir. Bu nasihatle, hamurda unun tuzdan fazla olması gibi, işlerde de incelik ve kibarlığın fazla olmasını kastetmişlerdir. İyi işleri az; fakat nezaket ve zarafeti çok olan insan; nezaket ve zarafeti az, iyi işleri çok olan insandan daha üstündür.
Her ne kadar bu görgü ve nezaket kurallarından bazıları basit ve doğal olarak yapılması gereken rahat davranışlar gibi görünse de onları hatırlatmakta bir tuhaflık olmaz. Çünkü hiç de azımsanmayacak bir insan kitlesi bu davranışlarda bile yanılgıya düşmekte ve böylelikle güzellik, olgunluk ve nitelikleriyle seçkin olması gereken İslami şahsiyetine gölge düşürmektedir. Peygamberimiz (as), “Kardeşlerinizin yanına geleceğiniz zaman kılık kıyafetinize çekidüzen verin, bineklerinizi düzeltin. Beden de ben nasıl fark ediliyorsa, siz de (güzelliğiniz, temizliğiniz, hoş kokunuz ve görünümünüzle) öyle fark edilin. Şüphesiz Allah, tiksindirici söz ve eylemi sevmez”(Ebu Davud) demiştir. Müslüman bir şahıs giyim kuşamındaki zarafet ve incelikten, Müslüman kimliği açık bir biçimde anlaşılmalıdır. Yöremizde terzilerin “Kişi giyimiyle karşılanır, kültürüyle uğurlanır.” sözlerinde bile bu görgü ve nezaket görülmektedir. Vesselam.