“İnsan; bir yüreğin çırpınışlarının en anlamlı ritmi…
Onur; o ritimdeki mananın ahenge dönüşmesi…”
İnsan aziz kılındı bir damla sudan evvel. Ruhlar asaleti seçti, hep bir ağızdan ahitleşti; fakat dünya keşmekeşliği unutturdu bize izzeti, şerefi. Kimimiz paranın soğuk ve nankör yüzünde aradı onu, kimimiz dirsek çürüttüğümüz okul sıralarında. Koca amfilerde aradık onuru ama üniversite kapısından girdiğimiz andaki beklentilerimizin çıkarken kaybettiğimiz değerlere müsavi olduğunu göremedik. Çabucak bu koşuşturmadan emekli olup lüks bir villanın afili bahçesinde organik sebzelerimizi kendi ellerimizle yetiştirip hayattan emekli olmayı bekleme hayalleri ile süslediğimiz zihin dünyamızda ararken; annesi bir şaki tarafından öldürülen saf ve masum bir bebeğin gözyaşları ile kaybettik onuru. Modern dünyanın(!) bizlere sunduğu meyvelerin tadında ararken; içinde gizlenen zehrin ruhumuza tesir etmesiyle kaybettik onuru. Onu hep yanlış yerlerde aradık. Hislerimizin çıkmazında köşeye sıkışmış bir şekilde yardımeli beklerken biz ona hep sırtımızı döndük ve önümüzde duran hayatı o zannettik.
Mazlumun çığlıkları arasında kaybolan, zalimin namlusundan çıkan kurşunla vurulan hep o oldu. İşlediğimiz her suçta kelepçeye vurulan oydu. Kıydığımız her canda idama mahkûm edilen yine o oldu. Adaletin işlemediği mahkeme salonlarında iki kolundan tutulup aşağılanırcasına sürüklenen, ikna odalarında sorguya çekilip insanlığa küstürülen de o oldu. Allah’ın ayetini yüreğinde ve omuzlarında taşırken kalkan ellerde yüzüne tokadı yiyen o oldu. Kahverengi boyalı, siyah bağacıklı, ucunda demir olan askeri botların altında ezilen, ‘insanlığa barış ve huzur getireceğiz’ sloganıyla girilen topraklarda sömürülen ondan başkası değildi.
Peygamberi hayatla ahlaklanan sahabenin tüm dünyaya yaydığı, Reb’i bin Amr’ın İran Kisra’sına haykırdığı:” Biz, insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmaya davet ediyoruz” cümlesindeki sır yine insanın Allah dışındaki kimseye boyun eğmeyen onuruydu. Sırf “kara kadının oğlu” dediği için Bilal’in canını yaktığını düşünen Ebu Zer’in başını kapının eşiğine koyarak, ezip geçmesini isterken yüceltmeye çalıştığı oydu. Ölüm anında bile kendisine verilen suyu kardeşine verip onun canının kendi nefsine tercih ederken korumaya çalıştığı değer de oydu.
Ve en nihayetinde insanlık camiasının seslendirdiği şiirin muhatabıydı o:
Bir kardeşin tebessümünü dünyadan da değerli kılan,
Başkasının günahına ağlayan bir dervişin gözyaşlarında parıldayan sensin.
Kalpten kalbe giden yolda gözlerimize aydınlık,
Kalpleri kirleten haince planları cezalandıran karanlık sensin.
Nerde bir adalet varsa o mekânda övünen,
Nerde bir zulüm varsa o tabloda gizlenen sensin.
Tevhidi haykıran bir gencin soluğundaki iman kokusu,
Şirkin bataklığında boğulan benliklerden kaçan sensin.
Güneş bile saçlarını soldurmasın diye sakınan bir kadının ruhunda seslenen,
Ateşler içinde yanmamak için göklere dua yağdıran erkeğin kelimelerindeki anlam sensin.
Nerde atan bir kalp varsa, o kalpte beliren nabız,
Nerde ölmüş bir ruh varsa, o ruha can veren nefes sensin.
Vesselam.