İnsanlar bir şeyi kabul ettirmek ve yararlı olmak istiyorlarsa önce kendilerini güzel ahlakıyla kabul ettirmek ve güven telkin etmek zorundadırlar. Kişiliğini, şahsiyetini kabul ettirmemiş insanların, düşüncelerini kabul ettirmeleri imkânsızdır. Çünkü kişiliği konusunda, sözlerinin eminliği hususunda ciddi sorunları bulunan ve toplum tarafından böyle kabul görmüş insanlar, önyargıyla dinlenir. Bu şartlanma sonucu muhatap duyduklarına mantıklı bile olsa inanmak istemez. Duydukları fikirler arasında hep bu önyargısını okur. Duydukları fikirler, pürüzsüz, berrak ve apaçık bile olsa ona göre oldukça kirli ve kabul edilmezdir.
Risalet’le görevli tüm Nebilerin hayatında bu örnek şahsiyeti görmemiz elbet tesadüfi değildir. Doğrulukları, söyledikleriyle hayatları arasındaki uyum, adaletli oluşları, emanet hususundaki hassasiyetleri ve daha satırlara sığmayan nice güzellikler bu büyük örneklerin hayatında yerini alırken, bizlere de gerekli ders ve ibret almak ve hayat pratiği yapmak düşer. “Onda (peygamberde) sizler için güzel örnekler vardır” derken, şüphesiz Rabbimiz onun hayatında ilke edindiği prensipleri almamızı istiyordu. “Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır”(68/3) demekle de Peygamberine nasıl mükâfat vermişse müminlere de mükâfatların olduğunu belirtmiştir.
Hz. Peygamber’e Peygamberlik gelmeden önce de “Muhammed’ül Emin” –Güvenilir Muhammed- lakabıyla anılırdı. Ebu cehil bile bazen kendisine yakın gördüğü kimselere onun hayatında yalanın yerinin olmadığını, söylediklerinin doğru olduğunu itiraf etmiştir. Hz. Peygamber’in kendisi, inancını paylaşmayan insanlara eşit davranma konusunda bir model oluşturuyordu. Peygamberlik vazifesi boyunca, kendisiyle iş yapan ve tam olarak güvenen gayrimüslim tacirlerden önemli emanetler almaya devam etti. Hz. Peygamber, pek güvenilir bir şahsiyetti. Emaneti büyük bir titizlikle korur, kendisi ile ona iman eden etmeyen halkı arasındaki düşmanlığa rağmen, yine emanetlerini ona tevdi edip saklardı. Kureyş müşrikleri tarafından kendisine tevdi edilmiş emanetleri sahiplerine ulaştırmak için onun hicret ettiği (en tehlikeli ve en kritik bir günde bile) Hz. Ali’yi (Mekke’de) arkada bırakarak, üstelik evini ve mülklerini de düşmanları olan bu emanet sahiplerine terk ederek Medine’ye doğru yola çıkmıştır.
Yüce Rasul (as) hayatıyla insanlara örnek olmasaydı, kitleleri arkasında sürükleyebilir miydi? Dostları olan, vefalı ashabını sevmese, sahip olduklarını meşru ölçüler dâhilinde paylaşmasa o insanlara güven verebilir miydi? Züht ve takvayı kuşanıp, Allah’ın gaybi yardımlarını umarak, örnek bir şahsiyet oluşturmasa, Allah kalpleri yumuşatıp kaynaştıran, birbirlerine düşman kişileri, İslam’ın pınarıyla besleyerek gaybi yardımları ile teyit eder miydi?
O halde; onun hayatını özümseyerek, örnek bir kişilik oluşturmak ve muhatabınız olanlar sizde İslami görmeli… Sözlerimiz, hayatımız ile uyum içinde olmalı ki itibar görsün. İslam ahlakı bütün hayatımızı kuşatmalı ki, okulumuzda, ticaretimizde, arkadaşlık ilişkilerimizde, ailevi hayatımızda, hülasa tüm hayatımızda İslam olunmalı. Adeta yaşayan İslam olmalıyız… Hz. Peygamber’in, “Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekiniz” beyanı gereği körlükten kurtulalım. Örnek bir şahsiyet oluşturmalıyız ki, bereketli hayatımızda, ölü gönüller dirilsin, hayat bulsun.
Müslümanların birlik ve beraberliğini oluşturacak şahsiyetlerin bulunmasına ne kadar da ihitiyacımız vardır. Zira Müslümanların öncelikli meselesi Müslümanların vahdetir denilse yeridir. İhtilafları körüklemeyecek, taassup ve entegrizmden uzak dıracak şahsiyetlerin sayısı tarihte pek az olmuştur, fakat hiç çıkmamıştır denilemez. Siyasi mezhep ayrılıklarının başgösterdiği zamandan beri Müslümanlar bir türlü ihtilafları bertaraf edip birliği kuramadılar. Şüphesiz bu İslam muarızlarının hesabına geliyordu. Zühd ehli komutan Nureddin Zengi’nin selefi oluşu, Şiilerle ezeli düşman olmayı gerektiriyordu sanki bundan dolayı Şii ve diğer Sünni gruplar arasında bir türlü birlik oluşturulmadı. Nureddin’den sonra yerine geçen Kürt komutan Salahaddin Eyyubi, Şii gruplarla şam’da bir araya gelerek Şam bildirgesini imza altına aldı ve Şiileri bayrak altında toplamaya muvaffak oldu. Ondan sonra Harran’da Kürt gruplarla da bir araya gelerek bir bildirge imzaladı ve Arap Türk ne kadar Müslüman millet varsa onları da bayrak altında toplamaya muvaffak oldu. Allah da onu İslam düşmanlarına galip gelemeye muvaffak etti.
Taassuptan uzak ve Müslümanları kardeş bilen liderleri Müslümanlara nasip etmeyi Allah’tan dileyelim ki Allah bize muvafakat etsin. Zira bu tür liderlere şu anda her zamankinden daha ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü Müslümanlar Moğolların döneminde böyle bir zillet yaşandı fakat şu an aynı zilleti Müslümanlar yaşamaktadırlar. Allah’tan dileğimdir ki, bir an önce Müslümanlar, önyargısız ve Müslümanları kardeş bilen liderler nasip etsin de bu zilletten kurtulsun. Vesselam.