Akide, gerek bireysel anlamda olsun ve gerekse toplumsal anlamda olsun, İslami binanın oluşmasında en önemli olan temeli oluşturur. Zira ameller, ilişkiler ve ahlak bu temel üzerine bina edilir ve beraberinde düşünme usulü ve bilgiye ulaşma yöntem birliğini gerektirir. Akide bozuk olunca, artık hiçbir şey yolunda gitmez. Her taraftan fırtınalar ve fitneler bünyeyi sarar ve tahrip eder. “Hakikat ”in ve “iman”ın, bir kere elde edilince kaybedilmeyecek sabit bir olgu olarak görülmesi neticesinde aranacak bir şeyin kalmadığı vehmiyle atalete düşmek, inançlı toplumlar için ciddi problemler oluşturmaktadır. Kimsenin, tekeline alabileceği bir olgu olmayan “hakikat” tam olarak kimse tarafından kuşatılamaz. İman da kıskanç bir kadın gibi, iman etmiş olandan, imanı bulmuş olandan her an ilgi ve korunma ister. Onun için Allah; “Ey iman edenler! İman edin …”(Nisa:136) Uyarısında bulunur.

Zaferi kazanman için yeteri kadar ter dökmen ve eziyet çekmen gerekir. Çünkü en ufak ihmal ya da gaflet imanın kaybolmasına neden olabilir. Hakikat de sizden daima bir çaba bekler, karanlıkta kalmış, henüz sahip olamadığın yönüyle ilgilenmeni ve kendisiyle ilgili bilgi ve bilincini derinleştirmeni bekler. Aksi halde insanlar ve toplumlara izzet ve şeref bahşeden bu değerler kaybolur, farkına varılmadan sınır aşılarak yozlaşıp bozulmaya kanat açılır. Onun için Allah, imandan sonra salih ameli şart koşmuştur.

Çalışmaların odak noktası, İslam’ın Müslümanlara bahşettiği inanç prensibinde yoğunlaşıyor. Zaten şu inanç prensibi değil miydi Müslüman ulusları harikulade bir toplumsal mozaik içerisinde birbirine bağlayan! Aralarında öyle bir örgü vardı ki herhangi bir noktada ip koptuğunda yeniden bağlanıyor, sistem kendisini onarabiliyordu. İnanan fertlerin ruhlarında onca fırtınalar kopmasına ve bin bir müşkülat çıkmasına rağmen derinliklerde bir yerde Allah’a olan imanın birleştirip kenetleyen gücü kendisini gösteriyordu. Öyleyse İslam düşmanlarının, inananların kalbinden inancın tüm manaları çekip almaları imkânsız bir şeydi. Bunu başarmanın tek yolu İslam akidesini tümüyle mahvetmekten geçerdi.

Muarızların hilelerine rağmen… “Hileleri dağları yerinden oynatacak olsa da …”(İbrahim:46) Ümmetin düşmanları, inanı bozma çalışmalarına başladıkları zaman ansızın karşılarına girift bir dayanışma örgüsü çıktı. İçten dışa, dıştan içe uzanan binlerce ağ ve ilmekten dokunmuş bir inanç örgüsüyle karşılaştılar. İşte Hak, kalıcılığı ve faydalı olması bakımından su madene benzemekte, batıl ise, gelip geçiciliği ve faydasız olması bakımından, bu suyun ve madenin üzerinde oluşan köpüğe ve madenden çıkan posaya benzemektedir. “Şüphesiz, batıl yok olmaya mahkûmdur.”(İsra:81) Hak, ebedidir, kalıcıdır.

Kur’an’ın anahtar kelimesi, Lafz-ı Celal; yani Allah lafzıdır. Bu kelimenin Kur’an’a üç bine yakın yerde geçmesi, İslam’da Allah inancının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Altı yüz civarındaki ahkâm ayeti dâhil tüm ayetler, tevhidi; yani sağlam bir inancı işlemektedir. Kur’an insana doğru bir Allah tasavvuru sağlayarak şirkten korumak maksadıyla indirilmiştir. İnancı güçlü olan hem imanın ve hem de amelin tadına varır ve bu uğurda çektiği sıkıntılar onun için zevk-ü sefa mesabesinde olur.

Eğer Krallar ve prensler, bizdeki huzuru ve rahatlığı görseler, bizden bunu kapmak için kılıçlarını çıkarır, bizle savaşa girişirlerdi. Dünyada bir cennet var, ona girmeyen ahiretteki cennete de giremez. Düşmanım bana ne yapabilir? Cennet ve bahçem kalbimdedir. Nereye gidersem benden ayrılmaz. Akide ve inanç, Müslümanın Allah’a inandığına, onun emir ve yasaklarına uyduğuna dair verilen bir söz ve yapılan bir anlaşmadır. İnanç, kişinin sahip olduğu en önemli ve kıymetli değer, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliktir. Çin atasözünde, “Evimizi yık, çocuklarımızı kes; ancak akidemize karışma” Gandi de, “Biz, bizi öldürenleri, evlerimizi yıkanları, mallarımızı yağmalayanları affederiz; ancak inancımızla mücadele edenleri, onu kaldırmak ya da zayıf düşürmek isteyenleri ise asla” demiştir. Tevhitten uzaklaşmak özü itibariyle çokluk ve bölünme demektir. Bu nedenle, ondan doğan her şeyin, bireyler arasında olduğu kadar toplumlar arasında da sadece kavgalara ve her türlü anlaşmazlıklara yol açar. Buna karşılık, insan saf maneviyata doğru ne kadar yükselirse, ancak evrensel ilkelerin bilinciyle tam olarak gerçekleştirilebilen tevhide o kadar yaklaşır.

İtikadı belirleyen ölçülerin tek kaynağı vahiydir. Vahiy olduğu tartışılan veya manası farklı anlaşılmaya müsait olan hükümler de akait için kesin ölçü olamaz. İslam inanç esasları, delaleti ve sübutu kat’i olan vahyin itikadı hükümleridir. Kesin doğru, mutlak doğru olan hükümler, tüm Müslümanların kabul etmek zorunda olduğu sadık ve mutevatir haberlerdir. Müslümanlar, İslam toplumunun oluşması için bir defa itikadın sağlam ve hurafelerden arınmış bir itikat olması gerekir ki, bu tek yoldur. Bunun da eski ve yeni ortaya çıkan her türlü yoldan, şaibeye dayalı birlikteliklerden, mezhep ve menheçlerden, akidelerden ve anlayışlardan uzak saf ve tertemiz bir İslam akidesiyle ancak yola devam edilebilir.

Allah kendi kitabını muska yapılıp hastalara ve çocuklara asılması için mi? Mezarlıkta ölüler üzerine okunması ve bu yolla Kur’an okuyucuların halkın servetini batıl bir şekilde yemeleri için mi? Aciz ve sihire uğramış kişiler suyundan içsinler diye üfürükçüler tarafından kaplara (kâğıtlara) yazılması için mi? Caddeleri dolduran tembel asalakların, “taze Yasin diye bağırıp” maddi menfaat karşılığında okumaları için mi? Süs ve bereket maksadıyla poster şeklinde duvarlara veya güzelliklerin korunması amacıyla kız çocuklarının boyunlarına asılması için mi? Allah bu kitabı, cami kapılarında oturarak, birkaç kuruş karşılığında Ayete’l-Kursi, Felak, Nas süreleri ile necat ayetlerini bağırmaları için mi indirdi? Gece kulüplerinde söylenen şarkılar gibi, okuyanların şarkı söylercesine okumaları, dinleyenlerin de nağmelerden coşmaları için mi? Taziye evleri ve taziye çadırlarında okunup, ölü sahiplerini teskin etmek için mi? Yıldız falı, rüya ve istiharelerde başvurulması gereken bir klavuz kitabı olması için mi? Düşünmeksizin ve anlamaksızın, sabah akşam papağanlar gibi tekrarlanması için mi? İlk müslümanlara dünyanın kapılarını açan bu Kitap, bugün karanlık bir odada üzerine tozların birikmesi için mi indirildi? “İnmemiştir, hele Kur’an şunu hakkıyla bilin; / Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için” diyordu koca Akif!

Abdullah İbn Mes’ud dedi ki: “İçinde büyüğün kuvvetten düşeceği, küçüğün yükseleceği, halkın da onu sünnet edinecekleri, sonra değiştirildiğinde, “sünnet değiştirildi!” diyecekleri bir fitne sizi kapladığı zaman haliniz ne olacak? “Bu ne zaman olacaktır? Ey Ebu Abdurrahman!” dediler. “İçinizde Kur’an okuyucular çoğaldığı, güvenilir insanlar azaldığı, fakihleriniz azaldığı ve ahiret ameliyle dünyalık peşinde koşulduğu zaman”(Abdurrazak, Darimi) dedi. Ebu Hüreyre de, “Altı şeyi gördüğünüzde ölümü isteyin, sefihler idareci olduğunda, yargı satın alındığında, kan su gibi aktığında, akraba ziyaretleri kesildiğinde, cesur savaşçılar katledildiğinde ve Kur’an’ı şarkı gibi okuyan bir nesil türediğinde.”(Ebu Nuaym) Şerefli bir akide,  temiz itikat, bu milletin kalbinde yeniden yerini almaya devam ederse, zihinlerde akidenin belirtileri yeniden belirlemeye başlarsa; İslami gerçekler, yetkin âlimler ve düşünürler arasında yeniden yaygınlaşırsa bu ümmet için asla ölüm yoktur. Vesselam.