Zaman, Allah’ın üzerinde yemin ettiği bir kavram… Kutsal bir emanet… İnsana ait tüm dinamiklerin, güzellik ve çirkinliklerin üzerinde şekillendiği masum bir sermaye… Sürekli eriyip giden, “mutlak hayır” üzerine değerlendirildiğinde ancak anlam bulabilen, insanla keyfiyet ve mahiyet arz eden tarafsız bir zemin… Bir önceki saniyesi bir sonraki saniyesiyle eşit olmayacak kadar devingen…
Bazen sabah ezanıyla hikmetli bir atmosfere bürünür, bazen anne rahmindeki masum bir ceninin “insan olma” kimliğine dönüşümündeki tedriçilikte hayatiyet ifade eden anlamlı bir sürece dönüşür… Bazen bir öğretmenin sınavında paha biçilmez kadar değerlenir, bazen de bir kıraathane köşesinde müsrif tüketiciler tarafından mağdur edilir. Pazarda buz satan adam şöyle bağırır: “Yardım edin şu adama yardım edin. Sermayesi zamana karşı tükenen şu adama acıyın.” Zaman erimekte olan buz kalıbı gibidir değerlendirilmezse satılmayan buz kalıplarında zarar eden tüccarın başına gelen zarar mukadder olacaktır. Müfessir Kasimi, “Keşke Şam’ın kumarhanelerindeki insanlar zamanlarını satabilselerdi de alabilseydim, çünkü zamanım bana yetmiyor” diyordu.
Ahlaki ve fıtri olana dair tüm değerleri çiğnercesine büyüyen ve gelişim adı altında bilgi kirliliğini ve dönüşümünü esas alan teknolojik gelişim, emperyalistlerin kontrolündeki bir mekanizmadır. Teknolojik büyüme kitleleri nesneleştirdiği gibi, ilişkileri de mekanikleştirmektedir. Modern insan, artık sanal bir dünyada gezinmekte, modern hayatın gerekleri haline gelen teknolojik aygıtların sarmalından kurtulamamaktadır. Her yeni ürünün cazibeli özellikler taşıması, reklamın insanlardaki tüketim zaafını azdırıcı işlevselliği, özenti vb. kompleksler bizleri hayırlı amellerimizle bereketlendirebileceğimiz mümbit bir sermaye olan zamana karşı ihanet etme noktasına getirmektedir.
Teknolojik aygıtların bizden çaldığı zamanı, doğal yaşamımızda salih amellerle değerlendirdiğimizde bu zamanla ne kadar hikmetli hayırlar üretebileceğimizi düşündüğümüzde bu durum, bizleri rahatsız etmelidir. Tv, araba, bilgisayar, cep telefonu vb. Araç-gereçlere dair tutkularımız, ömrümüzün ne kadarını kemirmektedir acaba? Kaç hayırlı amelden bizleri mahrum bırakmaktadır? Zaman kavramının disiplinize edilmemesi, sorumsuzluğu ve ataleti beraberinde getirir. Sorumsuzluk ve atalet medeniyetin ve gelişmişliğin önündeki en büyük engeldir.
Vakit hayattır, zamana kıyan kendisine kıymıştır. Kendi vaktimizi öldürmeye hakkımız yokken başkasının vaktinin katili olmaya nasıl hakkımız olabilir? Vakit, ibadetlerin imamesi olan namazın şartlarındandır. Her namaz vakti Allah’ın verdiği bir randevudur. Bununla rabbimiz bize zaman bilinci kazandırmaktadır. Zaman bilinci, zamanın farkında olmak, onun değerini bilmek ve israf etmemek, onu yerli yerinde kullanmaktır. Zaman, insana verilen en kıymetli rızıktır. Her rızık gibi mahduttur ve hesabı sorulacaktır.
Malcolm X; “benim hiç tahammül edemediğim kimseler, saat kullanmayan kimselerdir. Çünkü bu tip insanlar zamanın farkında olmazlar… Her işimizde, zamana verdiğimiz değer ve duyduğumuz saygıdır başarıyı ya da başarısızlığı belirleyen” Aliya; “eğer zamanı öldürmezsem zaman beni öldürür” diyordu. Saat bir süs değil, bize yaşadığımızı duyumsatan, öleceğimizi hatırlatan, her saniye kapımızı çalan bir zaman habercisi gibi kullanmalıyız. Günlük planımızı yaparken dakikalarla konuşmalıyız. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinin, ayın geçirdiği evrelerin, yılın mevsimlerinin insana vermek istediği şuur zaman şuurudur. Her gün, insana ölüp yeniden dirileceğini haber verir. Yazı ve kışı, baharı ve güzüyle her yıl insana hayatın da mevsimleri olduğunu haber verir.
Allah; “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı istifadenize vermiştir”(Nahl:12) “Size, düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size peygamber de geldi”(Fatır:37) diyor. Hz. Peygamber; “Allah kendisine, altmış yıl ömür verdiği insanın özrünü kaldırmıştır”(Ahmet) demiştir. Yani özrünü kaldırmış, mazeret gösterecek bir yön bırakmamıştır. Çünkü bu kadar uzun ömrü vererek ona oldukça uzun bir mühlet vermiştir. Bundan dolayı ömrünü malayani şeylerle geçiren için mazeret bırakılmamıştır. Zamanını değerlendirmeyenin şikâyet etme hakkı kalkmıştır.
Allah zamana yemin ederek “Kuşluk vaktine and olsun. Sükûna erdiği zaman geceye and olsun”(Duha:1-3) İkindi vaktine and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır”(Asr:1-3) diyerek zamanını hayırda kullananların kurtuluşa erenler olduğunu söylüyor. Hz. Peygamber, “İki nimet vardır. İnsanların çoğu bunlar(ı değerlendirme)de aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit”(Buhari) buyurmuştur. Zaman büyük bir nimet, önemli bir ikramdır. Zamanın kıymetini bilip bundan tam anlamıyla istifade etmeyi sadece muvaffak kılınan bazı insanlar başarır.
İnsanın sevdiği ve arzuladığı ancak kaçırmış olduğu şeyi elde etmesi artık mümkün değildir. Onun için denilmiştir ki, “Vahlar olsun ah vahlar / Geri döndürülemez olana / Getirilebilse gidenler / Üzüntü az olurdu ona.” Abdullah b. Mes’ud demiştir ki, “Üzerine güneşin battığı, ömrümün eksildiği ancak amelimin artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık kadar, başka bir şeye pişmanlık duymadım.” Onun için bir zata “benimle konuşur musun” diyen kişiye o zat; “Güneşi yerinde tut seninle konuşayım” demiştir. “Bana en ağır gelen vakitler, yemek yediğim zamanlardır” diyen Halil b. Ahmed, ne de zamanın kıymetini bilmiştir. Şair ne güzel demiştir: “İlim oradan buradan toplanan / Bir şey üstüne bir şey koymaktır / Böyle devam eden bir insan / Bir gün hikmete ulaşacaktır / Çünkü sel kocamandır lakin / Damlalardan oluşmaktadır”
Azmin önünden hiçbir şey kurtulamaz. Gustave Le Bon; “önünde sonsuz bir zaman bulunacak olan bir karıncanın Monblan dağı’nı dümdüz edeceği”ni dile getiriyordu. Çaba göstermeden bu dinin sahibi vardır deyip mücadeleden imtina edenler, Ehl-i Beyt ve taraftarlarına reva görülen baskı şiddet politikasının yarattığı travmaların kaçınılmaz kıldığı “Kurtarıcı” beklentisidir. Bir gaye için yaşanmamış günler, fırtınaya tutulmuş kar taneleri gibi dağılarak sona erer.
Modern uygarlık ‘akşamcıdır’ insanları gece yarısı yatırıp kuşluk vakti kaldırır. İslam medeniyeti ise ‘sabahçıdır’, seher medeniyetidir. Müslüman güneşi üzerine doğdurmaz, bilir ki ‘güneşi üzerine doğduranın o günü ölmüştür.’ Bu ölüş, zamanın bereketinin alınması anlamındadır. Gecenin koynuna kabre girer gibi girer. Gecesi güzel olanın gündüzü de güzel olacaktır. Gündüzle gece, dünya ile ahiretin yirmi dört saat içerisindeki tecellisidir. Vesselam.