Kısaca “Kendimizi karşımızdakinin yerine koymak”tır. Epiktetos; “Kendin de yargılanana kadar kimseyi yargılama” demiştir. İnsanlar arasındaki anlayışsızlık, birbirlerinin istek ve arzularını kabullenememe gibi problemler, empati yoksunluğunun sonucudur. Olaylara onun durduğu yerden bakmayı öğrenmek, muhatabımızı anlamanın en kestirme yoludur. Mümkündür ki onun penceresinden farklı gördüğü için öyle algılamakta ya da öyle davranmaktadır. İnsanlar birbirlerini suçlayıp, yargılayıp, mahkûm etmeden önce, mutlaka anlaşmazlık konusu olan şeye bir de karşı pencereden bakmayı denemeli ve kendinimuhatabının yerine koymalıdır. Birinin yanlış yaptığını düşündüğün şeylere hemen karar vermemek lazım. Önce onu neden öyle yaptığını anlamaya çalışmak gerekir. Kahramanlık hatada ısrar etmemektir.
Bir toplum, ilişkilerini, kardeşlik hukuku gereklerine göre tanzim eder, nefsi için arzu ettiğini kardeşi için de arzu edenlerden teşekkül ettirir ise, o toplumun huzurlu ve ideal bir toplum olduğunu göstermiş olur. Beraber ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbir şey kalpleri birbirine bağlamaz. Müslümanların dertleriyle ilgilenmeyen onlardan değildir.
İtiraf edilmiş her hata, kazanılmış bir zaferdir. Ders alınmazsa, her hata sonraki hatanın virüsü olur. Varlığınızı ortaya koymanız başkasının varlığına yönelmiş bir saldırı hükmüne geçer. Bu ülkede, Türk olmayan insanların yaşadığı şehirlerin dağlarına, “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde yazılar yazıldı. Doğrusu, bu hiç de empatik olmayan bir haldi. Oradaki insanların incinebileceğini düşünmek gibi bir hassasiyet bir yana, kanırtarakbir şeyler söylendi. Sonuç ortada; duygusal incinme ve kırılmalar büyük bir yekûn oluşturdu. Oradakilerin hiçbiri Türk olmadı, kendilerini mutlu hissetmedi, dahası uzaklaştılar. Tam da üzeri çizilen, görmezden gelinen kimlikler daha belirginleşti; büyük kimlik parçalandı, alt kimlikler belirginleşti. Bundan nemalanan bir sürü oluşum sosyolojik bir gerçeklik kazandı. Bugün bunun tamiriyle uğraşılıyor.
Toplum sözleşmeleri ve toplum hallerinden korkulmamalı. Farklılıkların bir aradalığı korkulacak şeyler değil. Kimse kendinden vazgeçmez, kendi varlığını koruyarak başkasının varlığına açık hale gelir. Kişi ve kimlik kendisi olarak kalır, başka kişi ve kimlik de kendisi olarak… Siz başkasını değerli görmez, kendinizi ona dayatırsanız onu yanınıza çekmiş değil uzaklaştırmış veya karşınıza almış olursunuz. Ama değerli gördüğünüzde o yanınıza kadar sokulur. Birbirinize sokuluşta alış verişler çoğalır. Sen onunla, o seninle zenginleşir. İki taraf da zenginleşmiş halde hayata gider, hadiseleri karşılar. Empati demek, farklı bakış açılardan bakabilmek demektir çünkü.
Demokratik toplumlarda tek kimliğin hâkimiyeti yok, çoklu kimliklerin bir aradalığı var. Birçok kimliğin, rengin, görüşün iç içe geçerek yaşandığı yerlerde herkesin kendini değerli hissettiği bir hal ortaya çıkar. Farklılıklar birbirini besleyerek birbirlerini çoğaltır. Bir senfoni gibi çok sesli ama bütünde zengin bir ses… Epiktetos; “Kendine yapılmasını istemediğini bir başkasına yapma. Köle olmak istemiyorsan, o zaman başkalarını da köleleştirme. İnsanlar senin hakkında iyi şeyler söylesinler istiyorsan onlar hakkında iyi şeyler söyle. Onlar hakkında iyi konuşmayı öğrendikten sonra onlara iyilik yapmayı öğren” diyordu. Ben merkezli düşünen, bencil ve çıkarcılığı ahlak edinen, başkasının sahip olduklarından rahatsızlık duymayan insanlardan müteşekkil topluluk elbette huzur bulamaz ve her türlü sıkıntı, musibet, fitne ve kargaşadan yakasını kurtaramaz.
Paylaşımın gönüllerde yerini bulduğu insanlardan oluşan bir toplumda elbette ilişkiler anlamlı olacaktır. Efendimiz (as) “Kişi kendi nefsi için arzu edip istediğini mümin kardeşi için de istemez ise, mümin olamaz”(Müslim) demiştir. Sosyal dayanışma pekiştiren İslam dini, bizlere fedakârlık, paylaşım ve anlayışlı olmanın bilincini aşılar. Öyle ki kişi elindekiyle, sahip olduklarıyla pek sevinmez, kardeşinin de sahip olmasını arzu eder. Böylece bir vücut gibi olur, birlikte bir bina meydana getiren yapı taşları oluştururlar. Kâinatın efendisi; böyle bir toplum için “Duvarı meydana getiren kerpiç” gibidirler demiştir.
Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalan, bu arada evini, çoluk-çocuğunu tümüyle terk etmek mecburiyetinde kalan muhacirlere, Medine’nin yerli müminleri yardım etmişlerdi. Abdurrahman b. Avf ile Sa’d b. Rebi’i birbirlerine kardeş olmuştu. Sa’d, Abdurrahman’a, “Ben en çok malı olan bir kimseyim. Malımı ikiye bölüştürdüm, yarısı senin… Abdurrahman; Allah, malını senin için mübarek ve bereketli kılsın. Sizin çarşınız neresidir, bana orayı, pazar yerini göster” demişti. Ensar yeni kardeşlerine; gayrimenkulleri olan tarlalarını paylaştılar ve Hz. Peygamber’e bizimle onlar arasında hurma ağaçlarını paylaştır diyenler de oldu. Hz. Peygamber Bahreyn’i İkta olarak vermek üzere Ensarileri çağırmıştı. Ensariler, Ey Allah’ın Rasulü! Eğer böyle yapacak isen, Muhacir kardeşlerimiz için de bir benzerini yaz (onlara da ver) dediler. Bundan dolayı Hz. Peygamber onlar hakkında; sizler insanlar arsında en sevdiğim kişilersiniz, diye buyurdu. Tarih, Ensar’ın Muhaciri karşılayıp bağrına bastıkları gibi bir olaya ne tanıktır ne bundan başka bir örnek gösterilebilir. Sonsuz ve asil bir sevgi, gayet cömertçe olan bir kucak açış ve sahavet, sonsuz hoşnutluğa varan bir ortaklık ve kaynaşma, onları bağırlarına basmak için olan yarışla sıkıntılarını paylaşmak için olan gayretleri… Öyle ki, rivayete göre; herhangi bir Muhacir, ancak bir kura sonucu Ensar’ın evine varmıştır.(Buhari) Ensar, Muhaciri aralarında adeta paylaşamaz olmuşlardı.
Ünlü müsteşrik Lawrence; “İslam manzarası” adlı eserinde şunları söyler: İslam’ın ilan etmiş olduğu kardeşlik doğunun habersiz kaldığı zarif ve gerçek bir vakıadır. Bizler Müslüman bir Suriyelinin, Müslüman bir İranlıya yapacağı kardeşlik ve tek bir aile olma şuurunu, maalesef Suriyeli bir Hıristiyan ile İranlı bir Hıristiyan arasında göremeyiz. Hindistanlı Sarojini Nardu “Konferanslar ve Makaleler” adlı eserinde şunları yazar: İslam demokrasi ve onun prensiplerine çağıran ilk din olmuştur. Ezan sesleri yükselen her yerde, Müslümanlar günde beş defa toplanır, tekbir sesleri arasında rükûa varırlar. Böylece eşitliğin en güzel tablosunu sunarlar. Ben şuna kesinlikle inandım ki İslam muhtelif cinsteki insanları aynı dava etrafında toplayabilecektir. Sen, Londra’da Mısırlı, Cezayirli, Türkiyeli veya Hindistanlı ayrı ayrı cinsten Müslüman görürsün. Fakat bunların her birinin bir yerden geldiğinin farkına varamazsın.” Vesselam,