ŞİDDET
- 15-08-2022 00:00
Dikkat ederseniz şiddetin her zaman hakim olduğu bir toplumda nesilden nesile şiddetin, agresifliğin dozu artmaktadır.
Hızla gelişen kent, değişen kültürler, maddi ve manevi tahribatlar…
Batmanda gibi yeni büyümüş şehirlerde şiddet yavaş yavaş bir adet ve gelenek haline geliyor, normalleşiyor.
Bu nedenle toplumsal şiddet, cinayet, kavga, darp, yaralama suçlarında ciddi artış gözleniyor.
Şiddetin dili yok, sorgusuzluğun huzuruyla yaşantıların üzerinden akıp geçenler, konuşamıyor da bugünlerde. Gerçekleri cümle son bulmadan bitiyor. Paylaşacak üç beş kelimeleri, anlatacak hep birbirinin aynı hikâyeleri var. Hikâyelerdeki aynılık, hayatın herkese aynı yüzünü gösteriyor olmasından değil; farklılıkların ifade edilişindeki yetersizlikten kaynaklanıyor. Daracık kelime hazineleriyle anladığını anlatamayan, dinlediğini yorumlayamayan, sonunda da fark yaratmak uğruna kendini ortaya salan milyon tane insan. İletişim, günlük hayatın her safhasında söz konusudur. Bu son derece geniş ve etkin alanı kontrol edebilmekse ancak onun kadar etkili bir araç olan dili doğru kullanmak ile mümkündür. İki insan arasında kurulacak her türlü ilişki boyutu ne olursa olsun, anlaşılır bir dilin aracılığına muhtaçtır. Dilin kullanımındaki yeterlilikle doğru orantılı olarak şahsiyete ayrılmış yaşam alanının da genişlediği söylenebilir. Geliştikçe kendini ifade etme becerisi artan ve kendini daha doğru ifade etme çabası içinde günbegün gelişen bu 'şahsiyet', artık adına toplum denilen organizmanın bağımsız bir parçası olduğunun bilinciyle; ya hazır çevreyle uyum içinde varlığını sürdürecek, ya bununla çatışarak uzlaşma noktaları bulacak. Bu yollardan herhangi birinde ilerlemeye yönelik herhangi bir çaba; ferdin, içinde bulunduğu toplumu bir şekilde dikkate aldığını gösterir ve sırf bu nedenle bile takdire şayandır. Ancak bahis konusu insanlar az sayıda olduğundan mıdır bilinmez; bizler etrafımızda daha çok, birbirine karşı nefretle dolu medya mensuplarını, üniversitelerde kanlı bıçaklı akademisyenleri ve futbol maçlarında ''ölmeye ölmeye geldik'' sloganları atarak özüne dönen daha geniş bir kitleyi görüyoruz. Dünyada fiili ve sözlü şiddetin ilk defa Kabil tarafından gerçekleştirilmiş olması vicdanımızın sesini bastırmak noktasında bize yardımcı olacakmış gibi görünse de şiddetin tarihinin bu kadar eskiye dayanması aslında ciddi bir utanç kaynağıdır. Yine de ilk çağlarda hak arama ve etkili bir sorun çözme yöntemi olarak kabul edilen şiddetin izlerini bilimsel düşüncelerde bile görmek mümkün. Bakın 'Doğal Seleksiyon' teorisinde Darwin ne diyor? ''Hayat bir mücadeledir, doğal ayıklama vardır, kuvvetli olanın ayakta kalabilmesi için zayıf olanı yok etmesi doğrudur.'' Yıllar içinde Darwin'le hemfikir insan sayısı bir hayli artmış olacak ki; I. Dünya Savaşında 50 milyon, II. Dünya Savaşında 35 milyon insan öldü. Fransız devriminde kanılar 'kanıt' kabul edilerek engizisyon mahkemeleri kuruldu. Kuzey Amerika'da Aztekler 'insan olmadıkları' gibi bir gerekçeyle yok edildi. Naziler diğer ırkları yarı maymun kabul ederek ortadan kaldırmaya kalkıştılar. Ruslar Ukrayna'da, Sırplar Bosna'da acımasız bir vahşetin uygulayıcısı oldular. Yazık ki şiddet örnekleri, geçmiş zamanlarda yaşayan insanları suçlayarak kendimizi temize çıkarmamıza izin verecek bir grafik çizmiyor. Teknolojik gelişmeler açısından baş döndürücü mesafelerin kat edildiği yirminci yüzyıl; teknoloji, insanı ifade etmede değil de insana zarar vermede daha kullanılabilir görüldüğünden olsa gerek, insanlık tarihinde şiddetin en çok görüldüğü dönem olmuştur. Yalnızca bu bir asırda yarısından fazlası sivil olmak üzere yaklaşık 200 milyona yakın insan, doğrudan ya da dolaylı olarak, çatışmalar ve savaşlar yüzünden hayatını kaybettiler. İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu bu en büyük tehlikenin belki de en önemli sebebinin kelimeleri kullanmaktaki aczimiz olduğu düşüncesi dikkate alındığında, tehlikenin kelime bazında incelenmesi de zorunlu görünmekte. İlginçtir; 'şiddet' Latince ''violentia''dan gelir; aynı köke dayanan ''violare'' fiili ise şiddet kullanarak davranmak, değer bilmemek, kurallar karşı gelmek anlamını taşımaktadır. Şiddetin nispeten hukuki bir tanımı ise; ''insanın benzerlerine karşı giriştiği, onlarda önemli ya da önemsiz hasarlar ve yaralar oluşturan, saldırganlık ve hoyratlık ifade eden hareketler'' şeklindedir ki; bu tanımın, şiddet ile kalıcı bedensel hasarlar yaratan güç kullanımı arasındaki bağı yeterince vurgulamış olduğu kabul edilebilir. Ancak tanımın yapılabilmiş olması, ne yazık ki çözüme giden yolun belirlenebilmesinde çok etkili olamamıştır. Adalet sisteminin yavaş işlemesi, sıklıkla çıkarılan aflar, suç işleyenlerin genellikle tutuklanmadan kurtulmaları ve yaşam kalitesindeki düşüşün bir sonucu olarak, kendisine haksızlık yapıldığını veya adaletli davranılmadığını düşünen kişilerin, sistem içindeki yasal yollarla bu haksızlığın veya adaletsizliğin önlenebileceğine dair inançlarını kaybederek kendi kurallarını yaratmaya kalkışmaları şiddete karşı mücadeleyi bir kısır döngü haline getirmektedir. Böylece şiddetin kabul edilebilir bir davranış sayılması, yasaları ihlal edenlerin bu ihlalleri sonunda bazen yasal otoriteyle hiç yüz yüze gelmeden bir kahraman gibi işin içinden sıyrılmaları, hazırlık soruşturmasında gizli kalması gereken bilgilerin basın mensupları ve medya kuruluşları tarafından kamuoyuna duyurulması, suçla mücadeleyi zaafa uğratmaktadır. (Bir kısmı Ankara Barosu-Hukuk Gündeminden alıntıdır)