<div>Yıllar yılı İslam davası uğruna ashabın fedakarlıklarından bahsedip dururuz. Ancak çoğu zaman bir insan bu kadar fedakâr, bu kadar sabır ve sebat ehli olabilir mi diye? Düşünmüyor değildik. Ne zaman ki Gazze ehlinin sabır ve sebatını gördük o zaman sahabe hakkındaki düşüncelerimiz ilmel yakin seviyesinden, hakkel yakin seviyesine yükselmiş oldu.</div> <div>Gelin bu yazımızda peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının fedakarlıklarıyla, Gazze’li kardeşlerimizin fedakârlıkları arasındaki benzerlikleri konuşalım.</div> <div>Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı (radiyallahu anhuma) Mekke’de 3 yıl boyunca bir boykota maruz kaldılar. Açlık ve yoklukla sınandılar. Açlıktan çocukların ağlama sesleri duyuluyordu, insanlar ölmüş hayvan derilerini suda yumuşatıp suyunu içmeye, ağaç yapraklarını suyla yumuşatıp yemeğe mecbur bir duruma gelmişlerdi.</div> <div>Gazze'lilerin durumu bundan çok farklı değil. Ekmek fırınlarının tamamı un olmadığı için kapanmış, hiçbir şekilde Gazze’ye gıda gibi temel ihtiyaç malzemelerin girişine izin verilmiyor. Sadece bu kadar mı? Hem açlar hem açıktalar. Üzerlerine aralıksız bombalar yağıyor. Gözlerinin önünde insanlar paramparça olup, canlı canlı yanarak can veriyorlar. Şimdi söyleyin bana bu kadar acıya kim dayanabilir? Kim sabredebilir? Bu kadar acıya sabredenler sahabe ahlaklı Gazze halkından başka kim olabilir?</div> <div>Yasir ailesini hatırlayın. Yâsir, Mekke'ye Yemen'den gelmişti. Burada, Mahzumoğullarından Ebû Huzeyfe bin Muğire'nin himâyesine girmişti. Sonradan Ebû Huzeyfe, onu câriyesi Sümeyye ile evlendirmişti. Bu evlilikten iki erkek çocuğu dünyaya geldi: Ammar ve Abdullah.</div> <div>Bütün fertleriyle saâdet dairesine giren bu âileye başta Mahzumoğulları olmak üzere, bütün müşrikler çekilmez işkenceler, dayanılmaz eziyetlerle göz açtırmıyorlardı.</div> <div>Mahzumoğulları, iman ve İslâm'dan vazgeçsinler diye, güneşin her tarafı sıcaklığıyla kavurduğu bir sırada, âdeta Cehennem ateşi kesilen taşlıkta onlara işkence ediyorlardı.</div> <div>Yine bir gün Yâsir âilesi işkence altında zalim müşrikler tarafından inletilirken, Resûl-i Ekrem Efendimiz üzerlerine çıkageldi. Yürekler parçalayıcı bu durum karşısında,</div> <div>"Sabredin, ey Yâsir âilesi! Sabredin, ey Yâsir âilesi! Sabredin, ey Yâsir âilesi! Sizin mükâfatınız cennettir; sabredin, ey Yâsir âilesi!" diyerek sabır tavsiyesinde bulundu.</div> <div>İşkence altında kıvranan Yâsir, "Yâ Resûlallah, bu iş daha ne zamana kadar böyle sürüp gidecek?" dedi. Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu suale, "Allâh'ım! Yâsir âilesinden rahmet ve mağfiretini esirgeme." duâsıyla karşılık verdi.</div> <div>Bu hâdiseden bir müddet sonra Hazret-i Yâsir, dayanılmaz işkenceler altında izzetiyle ruhunu Rabbine teslim etti. Böylece Müslüman erkeklerden "ilk şehid" şerefi kendisinin oldu.</div> <div>Gazze’de Yâsir ailesinin durumunda olan binlerce aile var. Otuz dokuz bin çocuk ailesiz kalmış durumda. Yüzlerce aile tamamen yok oldu. Kalan ailerin de her an başlarına bir bomba düşüp parçalanmaları an meselesi... Çocuklar aileleriyle hem açlık hem de ölüm korkusunu beraber yaşıyorlar.</div> <div>Enes bin Nadr’ı hatırlayın: Uhud savaşı esnasında Hz. Peygamber şehit edildi diye bir haber yayıldı... Enes bin Nadr ne oturuyorsunuz?!” diye sordu “Resûlullah şehit edilmiş!” dediler. Hz. Enes, “Resûlullah’tan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Diyen bir sahabi. Uhud eteklerinde cennetin kokusunu alıyorum deyip savaş meydanına atıldı, o heyecanla düşman üzerine saldırdığı görüldü. Savaş bitinceye kadar artık onu gören olmadı. Savaştan sonra da bulamadılar. Yalnız şehitler arasında kulağı, burnu kesilmiş, dudakları koparılmış, gözleri oyulmuş, vücudunda 80 kılıç, süngü ve ok yarası bulunan, yüzü gözü birbirine karışmış bir ceset vardı. Kime ait olduğunu kimse bilmiyordu. Nihayet kız kardeşi, ayak parmaklarından onun Enes bin Nadr olduğunu tanıyabildi.</div> <div>Bugün Siyonist İsrail, Gazze’lilerin üzerine tonlarca ağırlığında bombalar atıp bedenlerini paramparça edip tanınamaz hale getiriyor. Cesetler pazar poşetlerinde taşınıyor artık. Onları tanıyacak ne kardeşleri ne de bir tanıdıkları var...</div> <div>Hanzalayı hatırlayın: evlendiği gecenin sabahında yıkanmaya bile fırsat bulamayıp cihada çıkıp fedai can etmişti... Aynı şekilde Gazze’de Ebu Hamzalar gördük. Evlenip cihat meydanlarında can veren...</div> <div>Ve daha nicesi...</div> <div>Sahabe ahlakıyla ahlaklanmış bu fedakâr milletin parolası ise: Hasbunallahu ve ni’mel vekil...</div>