Bir derdimiz olmalı. Derdi olmayanın iddiası olmaz, iddiası olmayanın davası olmaz, davası olmayan ise yok hükmündedir. Evet, çağımız insanında gayesizlik, idealsizlik ve iddiasızlık had safhada. Bu, sorumluluklarımızı arttırmaktadır. Bu sorunu çözmek için onlara ulaşmak, kırmadan-dökmeden onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve bilgi birikimimizi onlarla paylaşmak durumundayız. İçinde yaşadığımız toplumun anlam-değer dünyasını kavramak için kadim medeniyetimizin temel değerlerini, kodlarını bilmek, solumak ve bu doğrultuda bir hayat inşa etmek gerekmektedir. Akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim’i esas alan bir perspektifle zarafet sahibi âlimleri, arifleri ve hikmet ehli bilginleri yetiştiren toplumlar, geleceğe dair planları, programları ve projeksiyonları olan toplumlardır. Böyle bir toplumun inşası için gayret göstermek durumundayız. Aliya İzzetbegoviç, “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.” diyerek insanlığın önüne gerçek hayatı yaşama kılavuzunu ortaya koymuştur. Bu kılavuz çerçevesinde hayatımızı inşa ederken birbirleriyle kopmaz bağlarla bağlı iki parametreye dikkat çekmiştir. Bu iki parametre, iman ve salih amel şeklindedir. Dolayısıyla sahih ve temiz bir aklın ürettiği bilgi/ilim ile elde edilen iman ve salih amel, hayata anlam veren ve değer katan ikilinin birlikteliğidir. Selim bir akıl ve kalp gözü açık bir basiretle hayatı inşa etmek, hayatı anlamlı kılar. Ahlâki erdemleri kuşanmadan bir davet dili inşa etmemiz mümkün değildir. Davet ancak hasbi insanların omuzlayabilecekleri bir vazifedir. Hesabi değil hasbi olmak, insanların kendilerine değil davranışlarına karşı duruş sergilemek, gerçekçi aklı kalbin yörüngesinden koparmadan kullanmak, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanı Esma-i Hüsna (En güzel isimler) ile irtibatlandırarak bir hayatı inşa emek durumundayız. Müslüman olmamız bunu gerektirir. Bu durum bizlere büyük sorumluluklar yüklüyor. Günümüz dünyasında en büyük sorun kanaatimce dil ve iletişim sorunudur. Muhataplarımızla hikmet, irfan ve tasavvura dayalı bir dil ve pozitif bir iletişim kurmak durumundayız. Allah insanı iyiye, doğruya, güzele ve erdeme yöneltmek için kalbine bir öz, bir cevher yerleştirmiştir. Bu cevher bozulursa fıtrat/yapı bozulur. Zira bu cevher varoluşumuzun özünü, esasını teşkil eder. Mehmet Akif, “İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür! İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” diyerek imanın, aşkın ve muhabbetin ikamet ettiği yer olan yüreğimize sahip çıkmamız gerektiğini şiirsel olarak ifade etmektedir. Fıtratımıza iyi bakmamız, kirletilmesine izin vermememiz gerekir. Zira kirletilen fıtrat, içkin (özümsenen) ahlâkın, muhabbetin ve erdemin tüketilmesi demektir. Erdemli duruş, ahlâki davranış dışarıda değil; içeride, yüreğin derinliklerinde aranmalıdır. İçinde yaşadığımız bu haz ve hız çağında neslimizin ıslahı, içinde yaşadığımız arzın imarı, varlık dünyasının ihyası ve geleceğimizin inşası bizim sorumluluğumuzdadır. Bu sorumluluk bize mikro evren, zübde-i âlem (Âlemin özü, özeti) ve eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu ve en değerlisi) olan insanı bu çirkef, bunalımlı ve buhranlı ortamdan sahil-i selamete kavuşturmak için yapmamız gerekenleri hatırlatmaktadır. Gönül dili muhatabımızın kalbine, ruhuna, zihin dünyasına dokunmaktır. Bu dokunuşta da orta yolu takip etmenin hayatî derecede önemli olduğu açıktır. Gönül dili ve mütebessim bir yüz ifadesiyle hikmete dayalı söylenecek olumlu bir mesajın aşamayacağı psikolojik bariyer yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır.” diyerek tebessümün önemini ortaya koymaktadır. Sadi Şirazi; “İnsan ruhunu iki şey karartır: Susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak.” diyerek ölçüyü koymuştur. Hepimizin görev ve sorumlulukları vardır. Günümüz dünyasında yanlış yapanların yanlışlıklarını, hatalarını kırmadan dökmeden söylememiz; susmamız gereken yerde de konuşmamamız, dinlememiz hikmetin ve olumlu davranışın gereğidir. Zira hakikati söylemediğimiz zaman kötü niyetli, hırslarının esiri ve benmerkezci insanlar, toplumu yanlış bilgilendirerek fitneye, toplumsal kaosa sebep olabilirler. Doğru bakanlar istikamet üzere, hikmete, irfana ve tasavvura dayalı olarak bakmışlardır. Bu bakış açısı, insanların fıtratına en uygun yaklaşım tarzıdır. Âlemin özü demek olan insan, ilim ve irfan esas alınarak yetiştirilir.