Halk arasında bilinen çok yanlış bir inanış var. Çok duygusal olmak her nedense makbul bilinir. Oysa duygusallık siyahsa, akılda beyazdır, yani birbirlerinin tam zıttıdır. Bir insan olaylara duygusal baktığında akılcı düşünemez, doğru kararlar veremez, ‘dost’ ve ‘düşmanını’ dahi tanıyamaz. Kendisinden başka kimseye güveni yok.
Herkese tedirgin, şüpheci ve kötü düşüncelerle yaklaşınca aslında kendine de güvenmediğini ortaya koyuyor.
Haksızken “haklıyım” demesinden, başkasının getirdiği her fikir ve öneriye “olmaz”lı yaklaşımından bir hayır çıkmayacağı ortada…
Ne dostunu tanır, ne de düşmanını…
“bu zamanda kimseye güvenilmez” diyerek hayatını zora koyabiliyor.
Etrafındakilerin kendisini övmesiyle “alternatifsiz” olduğunu düşünür, kendince hamleler yapmaya başlar.
Bazen insanoğlu “ben haklıyım” dediği anda haksız olabiliyor.
Memlekette kendisinden daha iyi olanları kabul etmez, yerini alacakları kişiyi kabullenmez…
Sadece “ben haklıyım” demekle insan haklı olmuyor.
Birde daha da kötüsü var…
Zan ve şüphe ile yaşanmaz.
Huzurlu yaşamak için zan ve şüpheden kaçmak gerekir.
Birde yine bunun kadar mühim olanı da var.
Başkasının aklı ve en yakınındakinin verdiği fikirler ile yorum yapılmaz.
Sana akıl veren, kendi fikrini ‘gerçek’ gibi anlatan da hayır gelmez.
En yakının olsa bile.
Duygusallık akıl ve zekanın önüne geçti mi? Tüm bu yaşananlar kaçınılmaz olur.
Akıl ve zekayı toparlayarak flu hayat netleşebilir.
Ya da beyhude çabalarla hayatı daha da çekilmez olur.