Vakit akşamla yatsı arası, annemle niyetimiz eve gitmekti
Bizde misafir yoktu bu akşam
Hayret birşeydi aslında
Misafirsiz bir akşam geçirmek
Kendimi bildim bileli hep misafir olmuştur bizde
Misafir sofrası yerden kalkmaz
Ama bu aksam yoktu
derken dedem geldi aklıma, çoktandır görmemiştik
yakınlardaydı evi, bir uğrayıp halini hatrını sorayım dedim.
Zor ama, belki oturup başbaşa hasbihal ederdik.
Geleni gideni çok olur, misafiri de hiç olmaz ki eksik.
Bir sigara içimi kadar sürdü , vardım evine.
İçeri girdim ki bir kalabalık, iğne atsan düşmez yere.
Baş başa kalmak, hasbihal etmek ne mümkün,
ağzına kadar dolmuş oda, kurulmuş Ali-i mebusan.
Ben diyeyim dergah bu ev, siz deyin meclis-i ayan.
Sağlam müridi ise bir kişi, o da Behlül Dane gibi
misafirlerin çoğu şehrin aristokrasisi, şekillerinden belli.
Makam mevki sahibi kişiler, hepsi kelli felli
belki birkaçı da benim gibi avamdan,
hele bir oturalım anlarız şimdi, kim ne çalar, hangi makamdan?
Selam verdim
Dedemle selamlaşmamız da bir beter!
Eğildim öpmek için elini, kafamın ortasına sertçe indi sağ eli.
Benzeri görülmemiş kendine hastır ritüeli.
Bazen de kulağımdan çekerek öper başımı.
Allah şahit severdi beni
Çekildim bir köşeye, oturdum dizlerimin üstüne
Süzüyorum misafirleri, gözlerinin içine bakıyorum bile bile
Kimi amir kimi müdür... Üst makamdan bürokrasi, makamlar aliyyul ala.
Birkaç tane de kast mağduru, işçi sınıfı fukara.
Benimse umrumda değil, ne makamları ne isimleri
kişiliklerini gözlüyorum, acaba hangisi daha insani.
Göz göze geliyorum bilerek, okumak için hallerini.
Kimi dürüst, alçak gönüllü, davranışları insanca
kimi insancılık oynuyor, esir olmuş kibir denilen hayvana.
Seyreldi misafirler, vakit de epey ilerledi,
mesleğinde yeni olsa gerek gençten birisi
Kalabalığın azalmasını fırsat bilerek
bir soru sordu, biraz da çekinerek
— nasıl olacak bu gidişat,
siz nasıl görürsünüz ahvali? Hele bizi biraz aydınlat.
Ne vicdanımız kaldı ne kanun. Oysa hukuk istemez mi delil?
Son zamanlarda halimiz budur ağabey, iyi bil !
Anladım ki düştükleri esarete fetva ararlar,
Dedemden alacakları fetvayı da mazeret sayarlar.
Dedem “Benim babam" diyerek başladı anlatmaya,
Gün görmemiş hikayeler ne tarih kaldı ne coğrafya,
anlattıkça anlatıyor sanki ayaklı kütüphane.
Masaldan misale, öğüt alınırsa kıssadan hisse.
Dergah demiştim hani misafirler de Hacı Bayram'ın müritleri gibi
Bilal dayı geldi aklıma, dedemin tek sağlam müridi.
Kimi deli der kimi veli, garip Bilal Behlül Dane gibi
Esirgemeden sözünü, karşısındakinin hakettiğini eksiksiz verirdi.
Dayım da alsa bıçağı eline Hacı Bayram-ı Veli gibi
Herkes kaçar, bir tek Bilal dayı kalırdı geri.
O da bıçağı kaptığı gibi acımadan doğrar şeyhini.
İşte dedemin özenilen durumu buydu.
Bilemiyorum belki de o halinden memnundu.
Sohbet derin ve koyu, baktım ki bu meclis dağılmayacak
vakit epey geç oldu, kafam da dahasını kaldırmayacak.
Annemle müsade isteyerek
şükrettim halime, makama esir olmuş köleleri düşünerek.
Dönerken eve gecenin içinden, zihnimde delirmişti düşünceler.
Bir ben geçiyordum sokakta, bir de sahipsiz köpekler...