Sosyal ilişkiler ve iletişim; söz, hal ve yazı üzerine bina edilir. Bu kavramlar üzerine derinliğine tefekkür, tezekkür ederek ve akl ederek geniş bir perspektifle yola çıkılırsa iyi yol alınır.
Söz demek olan kelam, “Konuşan canlı” demek olan insanı, diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. Kelam hem Allah’ın hem de Allah’ın halifesi demek olan insanın ortak özelliğidir. Allah, Vahiy üzerinden insana Kelamını iletirken, insan da dua ve zikir üzerinden Allaha dileğini, talebini kelam ile arz eder. Isfahanı kelamı şöyle tarif eder:” 1.İşitme duyusuyla idrak edilen şey, 2. İzi, eseri belli aşikar olacak şekilde yaralama.” Demek ki kelamın hem idrak hem de yaralama özelliği olan iki tarafı keskin olan bir neştere benzetilebilir. Mevlana, “ Bir söz bir alemi yıkar, bir söz de ölmüş tilkileri Aslan eder. Canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda merhem olurlar. Canlardan perde kalksaydı; her canın sözü Mesih’in sözü gibi tesir ederdi.” diyerek kelamın çift yönlü oluşunu veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Önemli olan sözün kulaktan zihne inmesi, oradan da kalbe inerek ve hale dönüşerek derinlik kazanmasıdır.
Mevlana, i: “ Aynı dili konuşmak hısımlık ve bağımlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler; Nice iki Türk vardır ki birbirine yabancı gibidirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir. Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.” diyerek gönül dili konuşmanın hal ile iletişim kurmanın bizleri kemale eriştirdiğini ifade etmektedir.
Gönül dili; muhatabımızın kalbine, ruhuna, zihin dünyasına dokunmaktır. Bu dokunuşta da orta yolu takip etmenin hayati derecede önemli olduğu açıktır. Sadi Şirazi der ki: “İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın!” Bu altın orandaki temel uyarıyı dikkate almamız, toplumsal ilişkilerde ve iletişimde büyük bir önem arz etmektedir.
Gönül dili, mütebessim bir yüz iadesiyle ve akabinde hikmete dayalı söylenecek olumlu bir mesajın aşamayacağı psikolojik bariyer yoktur. Efendimiz, “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır.” diyerek tebessümün önemini ortaya koymaktadır.
Sadi Şirazi, “İnsan ruhunu iki şey karartır: susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak.” diyerek ölçüyü koymuştur. Hepimizin görev ve sorumlulukları vardır. Günümüz dünyasında, yanlış yapanlarını yanlışlıklarını, hatalarını kırmadan dökmeden söylememiz, susmamız gereken yerde de konuşmamamız, dinlememiz hikmetin ve olumlu davranışın gereğidir. Zira hakkı, hakikati bizler söylemediğimiz zaman, kötü niyetli, hırslarının esiri ve ben-merkezci insanlar, toplumu yanlış bilgilendirerek; fitneye, toplumsal kaosa sebep olmaktadırlar.
İletişim; bilgi, hikmet, irfan ve tasavvur tabanlı bir yaklaşımla toplumsal sorunlara çözüm aranmalıdır. Hiç kuşkusuz bütün bunlar, “Alemin özü” demek olan insan eliyle olur. Bu öz, sağlam, tahrif ve tahrip olmamış, bozulmamış bir öz ise, insanlığın selameti ve huzuru bu güzel insanların ortaya koyacağı tutum ve tavırla gerçekleşmiş olur. Eğer, “Âlemin özü” demek olan insanın bu özü bozulmuş, tahrif ve tahrip olmuşsa; insanlığın çöküşüne, varlık dünyasının karanlığa sürüklenmesine ve neslin bozulmasına sebep olur. Gazali, “Bilgi; hüküm ve hikmet sahibi olanın elinde nurdur, hikmetten yoksun olanların elinde nardır.” diyerek bilginin, toplumsal ilişkilerdeki yönlendirmelerde ki çift yönlü oluşuna dikkat çekmiştir. Bilgi; ehliyetli, sorumluluk sahibi insanların eliyle; neslin ıslahına, arzın imarına, varlık dünyasının ihyasına, geleceğimizin inşasına, toplumun aydınlanmasına, yükselmesine vesile olabileceği gibi; ehil olmayan, hikmetten ve irfanda yoksun insanların eliyle neslin ifsadına, toplumun tefessüh etmesine, geleceğin karanlıklara gömülmesine, olumsuzlukların artmasına neden olur.