Aradığın kendinsindir, baktığın da, bulduğun da. Dönüp baktığın dünya dönüp baktığın kendiliğindir.
O halde bakışlarını alıkoyan yere git, bakışlarını yönlendirdikleri yere değil. Onların istediği yere gidersen onların istediği gibi biri olursun: şık bir görüntün, şık bir pelerinin, şık bir duruşun olacak ama o parlak görüntünün altında sen olmayacaksın, ‘olman gereken sen’ olacak. “Sen olman gereken kişi değilsin, olan kişisin. Onlar olman gereken kişiyi severlerse seni kim sevecek.” Ve insan kendi olduğu haline ihanet etmesinin bedelini kendinden nefret ederek öder: parlak bir makyajın altında bir enkaz yığını olarak.
O halde bakışlarını alıkoyan yere git, senin istediğin yere. Varacağın yer başladığın yer olacak: kendinden çıkıp kendine varacaksın ama başladığın halin olarak değil. Tomurcukla başlayan benliğin keşfetme suyuyla bir ormana dönüşerek, içinde sayısız renkteki varoluşla, sayısız kokudaki keşifle. Zira “bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum, görülmez bir elma bahçesidir.”
Ama açılmadan kurursa bir tomurcuk bu ne acıdır. Daha da acısı kurumuş bir tomurcuğun bir ormanla karşılaşmasıdır. Geçtir zira vakit, ne açılacak takat kalmıştır ne de kök salacak derinlik. Ormandaki bir ağacın döktüğü yapraklarının altında kurumuş bir yumak olarak çürüyüp gitmişsindir: Pişmanlıkla.
O halde dön bak dünyaya/ kendine. Hayretle.
Psk. Nusret Özüş