Ses/sizliğin Sesi
Gerçek, gücünü dile gelememesinden alır. Dile gelemeyen, bedende kendini dayatır: Dil sürçer, ten kaşınır, dizler titrer, omuzlar bükülür, eller aranıp durur, saçlar dağılır, dudak kenarları kıvrılır, gözler en çok da gözler ses çıkarır: duyulmayı bekleyen bir ses tonuyla.
Dile gelense sahiciliğinin/ içtenliğinin/ halisiyetinin bir kısmını yitirir. Bedene yansımış gerçekte yalan yoktur ama dilde yalan olur. Gerçek, dilde değil; bedende dile gelir. Bu yüzden konuşulanları değil konuşulmayanları duymak gerekir.
Bu yüzden ötekinin dile getirdiğini duymayabilirsin, duyulmayabilir, ama onun dile getiremeyip de bedeninde dile getirdiği içtenliği, kıvranışı, çırpınışı, susuşu, halisiyeti, bedende dile gelmiş olan varlığının gerçek özü’nü duymuyorsan onu hiçbir zaman duymuyorsun demektir.
Gerçeğin dönüştürmüş olduğu, O’nun varlığının sesini duymuyorsan sesini duymanın ve sözünü anlamanın hiçbir anlamı yok demektir.
Anlaşmak, sesin ve sözün değil sessizliğin ve sözsüzlüğün çıplaklığında/ gerçeğin sesinde dinleşmek demek, rastlaşmak demek, kavuşmak demek, anlaşmak demektir.
Sessizlik sesin yokluğu mudur? Bazı sessizliklerde sözcüklerin olmadığını kim iddia edebilir?
Sahi, bazı gözler çok gürültü yapmıyor mu?
Psk. Nusret Özüş