Kendimizle ilişkili bir şey bulduğumuz birinden etkileniriz ancak. Ötekiyle ancak kendi içimizde karşılaşabiliriz. Ötekiyle kendi içinde karşılaşanın arzusu ona içini açmaktır. Bir şeyler hissettiğimizde içimizde dönüp duran bir çıkrık sesi kendisini duyacak bir kulak arar. İçerde dönüp duran o çıkrık sesi, dışımızda bizi anlayacağını düşündüğümüz bir öteki karşısında sese ve söze dönüşmesiyle dur(ul)maya başlar. Ötekine dökülmüş bir iç ötekinin içine atılmış bir kancadır, ötekiyle kaynaşır, daha büyük bir iç olur. Zira içini açıp ona dökmesiyle onu kendi içiyle doldurur, onu kendine dönüştürür, onu kendileştirir, içini içileştirir. Aşk, iki ayrı parçanın birleşme girişimiyse içini açıp ötekine dökmek ikiyi birleştirir. 2=1.
“Sevmek, içini açmak”sa ve sevmek mutlak anlamda sevilmeyi talep ediyorsa içimizi açtığımız ötekinin de bize içini açmasını arzularız. Zira içimi açıp onu kendimleştiriyorsam onun da içini açıp bana dökmesiyle onlaşmak isterim, kendimi de ötekileştirmek isterim.
İçimi açıp ötekine göstermem onun tarafından keşfedilmek istenmemle ilişkili. (Zira güzellik kendini görünmekle tanımlar). Keşfedilmek istendiğim kadar onun da içini açmasıyla onu da keşfetmek isterim. Bu açıdan sevmek, içimi açıp keşfedilmek istendiğim kişinin de içini açıp onu keşfetmeyi istemem demektir. Birhan Keskin, Eski Avluda şiirinde:
“Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:
İçimi açtım sana
İçini açmak için.” diyerek kalbimize gürzü vurur.
Psk. Nusret Özüş