Değerli dostlarım. Uzun bir aradan sonra sizlerle tekrar beraber olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Bildiğiniz üzere ülke olarak son günlerde çok yoğun ve değişken bir gündem içerisindeyiz. Ancak ben en önemli gördüğüm ve toplumdaki etkisiyle en büyük paya sahip olduğuna inandığım deprem konusunu sizlerle konuşmak istiyorum. Dostlarım! Bizler insanoğlu olarak yeryüzünde her ne kadar en değerli ve etkili canlı olsak da dünyanın yegâne sakinleri değiliz. Biz bu dünyayı bizimle beraber yaşayan sayıları ve türleri milyonları bulan canlılarla paylaşmak durumundayız. Kaldı ki durum sadece bizim dışımızdaki canlıları düşünmekle bitmemekte aksine canlı olmayan dere, deniz, orman gibi yer altı ve yer üstü tüm varlıkları hesaba katmakla da mükellefiz. İşte bu noktada ekosistem denge denilen yazılı olmasa da uyulması zorunlu evrenin kurallarına uymalıyız.
Değerli okuyucularım! Canlıların diğer canlılarla olan ilişkilerine “ekoloji” denilmektedir. Canlı ve cansız varlıkların tamamını ifade etmek için ise ‘’Ekosistem’’ kavramını kullanırız. Eğer biz insanlar yeryüzünde güven ve huzur içerisinde yaşamak istiyorsak ekolojiye ve ekosisteme uymak ve bilimin gerektirdiği şekilde davranmak durumundayız. Aksi halde cefasını da bizler çekeceğiz.
Dostlarım! Bugün insanlık olarak maalesef gerek tüketim alışkanlıklarımız gerekse de doyumsuzluğumuz nedeniyle adeta doğa ile savaş halindeyiz. Ancak bu savaş öyle bir savaştır ki kazanmamız halinde asıl kaybeden olacağız. Zira kendi konforumuzu ve sonu gelmez arzularımızın tatmini için bilinçsizce yaptığımız her davranış, bize deprem, sel ve orman yangınları olmak üzere doğal afetler şeklinde pahalıya mal olmaya başladı bile. Yakın geleceğin en büyük tehdidi olan susuzluk hepimizi korkutan bir başlık olmasına rağmen önlem adına hiçbir özverili çalışma ve çaba içerisinde olmuyor insanoğlu. Ülkemizde bu sene Ocak ayı son 22 senenin en kurak geçen Ocak ayı olarak kayda geçti. Günümüz koşullarında suyumuzun %73’ünü endüstriyel tarımda kullanıyoruz. Tuz Gölünü besleyen kaynakların tarımsal faaliyetler için kesilmesi sonucu su bulamayıp hayatını kaybeden nesli tükenmekte olan hayvanlar kategorisinde yer alan Flamingoların ölümü gerçekleşti. Manisa da bulunan ‘Kuş Cenneti’ Marmara Gölü, göle akması gereken çayın barajla kesilmesi sonucunda kurudu. Tüm bu örnekleri düşününce doğal zenginliklerimizi kendi ellerimizle nasıl da yıkıyoruz değil mi? Evde kullandığımız suyun kullanım şekline girmiyorum bile. Standart bir musluktan bir dakika içerisinde tam 14 litre su akmaktadır. Endüstriyel bir hamburger yapımında 2400 litre su kullanılırken, endüstriyel bir elmanın üretiminde 125 litre, endüstriyel bir pamuklu tişört üretiminde ise yine 2400 litre su kullanılıyor. Endüstriyel elmanın mekanik bir elma olmadığını, manavdaki, pazardaki, marketteki elma olduğunu, endüstriyel hamburgerin sadece global zincirlerdeki olmadığını, okul kantinindeki hamburgerin de endüstriyel olduğunu unutmamak gerekir.
Değerli dostlarım! Son dönemde yaşadığımız depremlerden elbette ki tek suçlu insanoğludur diyemeyiz. Ancak bu depremin bu kadar pahalıya mal olmasında ve on binlerce can kaybının yanı sıra milyonlarca insanın direkt olumsuz etkilenmesinde işini iyi yapmayan, işçinin, projesini bilimsel standartlarda çizmeyen mühendisin, zemin etüdü yapılmadan bina dikimine izin veren yetkili mercilerin ve hatta dere kenarı veya dağ yamacında sade bir vatandaşın dahi tehlikeli olduğunu fark edeceği yapılara hak ettiğinden fazlasını ödeyerek sahip olmaya çalışan müşterinin, kısacası insanoğlunun büyük payı ve sorumluluğu vardır.
Dostlarım! Gelin en azından kısa bir zaman önce yaşadığımız Maraş depremi ve sel baskınları sonrasında ekosisteme saygı gösterip bazı tüketim alışkanlıklarımızı değiştirelim. Belki sonraki nesillere daha temiz, daha verimli ve daha güvenli bir yaşam alanı bırakırız. Bu vesile ile depremde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarıma yüce Allah’tan rahmet, kalanlara da sağlık ve selamet dilerim. Daha güzel ve doğayla barışık zamanlarda görüşmek dileğiyle hepinize saygılarımı sunarım.