Peygamber efendimiz Arafat`ta binlerce ashabın hazır bulunduğu bir ortamda, veda hutbesi olarak bilinen bir hutbe irad etti. Bu hutbede önemli mesajlar verdi; “Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir.
Biliniz ki bu (Zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde bu (Arefe) gününüz nasıl mukaddes ise kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da aynı şekilde mukaddestir, dokunulmazdır.”
Evet bu mesajlar cehaletin ve asabiyyetin en yoğun yaşandığı topraklarda son elçi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bütün dünyaya ilan edildi.
Tarih boyunca insanlar kendilerini üstün göstermek için farklı sebepler ortaya atmışlardır. Kimi ırk üstünlüğünü, kimi renk üstünlüğünü, kimi coğrafya üstünlüğünü, kimi maddi zenginliği öne sürerek diğer insanlardan üstün olduklarını iddia etmişlerdir.
Oysa İslam dininin de ne renk, ne ırk ne de başka bir şey üstünlük sebebi olamaz. Üstünlük, insanın çabası ve gayretiyle ortaya çıkan takva iledir. Kim Allah’tan daha çok korkuyorsa Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getiriyorsa kim olduğu kimlerden olduğu nerede yaşadığının bir önemi yok Allah katında üstün olan odur. “Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır” (Hucurat 13)
İslam toplumunu bölmenin en etkili silahı ırkçılıktır. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen bizden değildir." (Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28) buyurmuştur.
Hiçbirimiz rengimizi, dilimizi, ırkımızı, yaşadığımız coğrafyayı seçmedik dolayısıyla bunların hiçbiri üstünlük vesilesi olamaz. Peygamber efendimiz ırkçılığı, kendini üstün görmeyi cahiliye kalıntısı olarak görmüştür.
Ashabı kiramın büyüklerinden ve aynı zamanda İslamın ilk müezzini olan Bilal-i Habeşi siyah bir köleydi. Bir gün sahabelerden Ebû Zer ile Bilal-i Habeşi arasında, bir meselede görüş ayrılığı olmuştu. Aralarındaki konuşma uzar derken O esnada Ebû Zer, Hz. Bilal’e “Sen bu işlerden anlamazsın siyah kadının oğlu” demişti. Bu sözden alınan Hz. Bilal, bunu Rasûlullah’a haber verdi ve: “Müslüman olduktan sonra hala daha ırkımızdan dolayı suçlanacak mıyız? dedi. Hz. Peygamber, Ebu Zer’i çağırdı. Ona: “Sen Bilal’e böyle böyle söylemişsin, öyle mi?” diye sordu. Hz. Ebu Zer, utancından Hz. Rasûlullah’a cevap veremedi. Peygamberimiz (s.a.v.): “Demek sende hala İslamiyetten önceki cahiliye kalıntıları var. İnsan hiç derisinin siyahlığından dolayı suçlanır mı? Mühim olan Allah korkusu değil midir?” buyurdu. Yeterince pişman olan Ebû Zer Peygamberimizin bu sözleriyle iyice kafasını kaldıramaz hale geldi. Doğruca Bilal-i Habeşi Hazretleri’nin evine gitti. Yüzünü kapının eşiğine koyarak: “Ey Bilal, senin mübarek ayağın bu kötü, kaba Ebu Zerr’in yüzüne basarak geçmedikçe ben bu eşikten kafamı kaldırmayacağım” dedi. Hz. Bilal, Ebû Zer Hazretlerini kaldırdı ve şöyle cevap verdi: “Kalk kardeşim. Bu yüz, basılmaya değil öpülmeye layıktır. Ben sana hakkımı helal ettim.” Onun kaldırdı, gözlerinden öptü. Kucaklaştılar. Kalplerinde kötülük namına birbirlerine karşı bir şey kalmadı. (Buhari, İman 22)
Peygamber efendimiz Medine’ye hicret eden Müslümanları, oradaki Müslümanlarla birebir kardeşleştirirken, zengin-fakir, hür-köle, soy-sop, kabile, aile ayrımı yapmadan onları din kardeşliğinde birleştirmiştir. Muhacir ve ensar olarak anılan bu Müslümanların çocukları arasında çıkan bir kavgaya, kendi mensuplarını çağırarak müdahale etmek isteyen insanlara, “bu cahiliye davası da nedir”? diyerek tepki göstermiştir. (Müslim, Birr, 62) “Ameli kendisini geri bırakan kimseyi nesebi ilerletmez.” (Müslim, Zikr, 11) buyurarak, iman sahibi olsalar bile, güzel iş ve amellerle bu inançlarının gereğini ortaya koyamayan kimseleri asil atalarının kurtaramayacağını anlatmak istemiştir.
İnandığımız din bize bunları emretmektedir. Müslümanım diyen bir insan din düşmanlarının oyununa gelip din kardeşine zarar veremez. Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. (Buhari)