Tevhid: Allah’ın zâtında, sıfatlarında, mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etme anlamında bir terim. (İsam Tevhid Mad.)
Kur’an, muhataplarının zihin dünyalarına ve hayatlarına tevhid bilincini üç basamakta yerleştirmek istemektedir.
- Rububiyette Tevhid
- Uluhiyette Tevhid
- Ubudiyette Tevhid.
Rububiyette Tevhid : Allah Teâlâ’nın her şeyin Rabbi, maliki, yaratıcısı ve rızık vericisi olduğunu; hiçbir ortağının bulunmadığını, eşinin ve denginin olmadığını, ölümsüz hayat sahibi ve kainatın her daim idarecisi olduğunu, her türlü eksiklikten, kusurdan ve acziyetten münezzeh olduğunu, hakimiyetin ve idarenin tamamıyla O’na ait olduğunu, bütün hayır ve iyiliklerin O’nun elinde olduğunu, O’nun dilediği her şeyin olacağını, dilemediği hiçbir şeyin de olmayacağını, göklerde ve yerde var olan her şeyin O’nun kulu olup O’nun idaresi ve egemenliği altında bulunduğunu kesin bir şekilde kabul, kamil manada ikrar ve itiraf etmektir. Özetle rububiyet tevhidi, Allah’ı zâtında ve fiillerinde birlemektir.
Rububiyette tevhid eğer Allah’ın istediği düzeyde bir bilinç ile oluşturulmaz ise, asla uluhiyette bir tevhid sağlanmaz. İşin başı Rububiyette Tevhid olduğu için Kur’an nuzül surecinde bu bilinci oluşturacak en önemli isim olan Rab ismine bu düzeyde bir yer ayırmış, ilk nazil olan Alak suresinde iki kez bu isme vurgu yapmış, tedvinde ilk sırada yer alan Fatiha Suresinde yine bu ismi öne almış, son iki sure olan Felak ve Nas surelerinde bu yüce ismi anarak adeta kapanışı bile bu isim ile yapmıştır.
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de söz söylemeye başladığı zaman, Mekke putlarla donatılmış, her evde şahsi putlar olduğu gibi bir tevhid mabedi olan Kâbe içerisinde bile 360 put vardı. 360 put, çok çeşitli düşünce ve dinlerin figür ve temsillerinden oluşuyordu. Meryem ve İsa portreleri gibi Hristiyan inancını taşıyan ikonlar ve resimler olduğu gibi, Yemen, Şam ve Sasanilere ait kutsal figürler de vardı. Bu yönü ile Mekke’liler aslında din alanında oldukça çoğulcu ve müsamahalı bir yapıya sahiptiler. Peki, bu noktada şöyle bir soru sorsak; “Din alanında bu kadar çoğulcu ve hoşgörülü olan Mekke, neden aynı hoşgörüyü Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği dine karşı göstermedi? Neden bu davetin sesini kısmaya çalıştı? Nedeni belli değil mi? Çünkü Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem’in) dile getirdiği din, O’nun insanlara anlatmaya çalıştığı Allah, hayata müdahil oluyordu. Yani Rab’tı. Onlar ise Rablığı kendi aralarında taksim etmişlerdi. Eğer Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem’in) getirdiği dinin rububiyet alanı olmasaydı, inanın Mekke ahalisi başta ekâbir takım olmak üzere, hiçbiri karşı çıkmaz, onu da bir zenginlik olarak görür, “Şimdiye kadar Kabe’de 360 put vardı, - haşa- Muhammed’in tanrısının figürü olsun ne olur ki” derlerdi. Ama Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem’in) inandığı Allah Rabbu’l Alemin olan el-Hak’tı. Hak gelince tüm batıl şeyler yok olurdu, yok olmaya mahkumdu. Bunun için onlar davete karşı çıktılar ve bunun için onlar La ilahe illallah sözünü söylemekten çekindiler. (Tarih ve sosyal yapısıyla siyer coğrafyası Muhammed Emin Yıldırım)
Uluhiyette Tevhid: Allah Teâlâ’nın tek gerçek ilah olduğuna, O'ndan başka hakiki ilah bulunmadığına ibadete, huzurunda boyun bükülmeye ve kayıtsız şartsız itaat edilmeye sadece O’nun layık olduğuna O’nun dışındaki bütün ilahların ise batıl olduğuna kesin olarak inanmak ve onların tamamından uzak olmaktır.
Ubudiyette Tevhid: ibadet edilmeye layık yegâne yaratıcı Allah’tır. İbadeti O’na has kılmak. Sevgi, oruç, zekât, hac, dua, yardım isteme, medet umma, sığınma, adak, Kurban, tevekkül korku, ümit, sevgi, tevbe ve yönelme, saygı ve korku vb. İbadet çeşitlerinden hiçbirini O’ndan başkasına yapmamak ve O’na sevgi, korku ve ümit duygularının hepsiyle birlikte ibadet ve kulluk etmektir. (İman, Abdullah Yolcu)
Rabbimiz! Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. (Fatiha 5)