Kur’an-ı Kerim miladi 610 yılında son peygamber Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem’e) Mekke’de nazil olmuş, hükmü kıyamete kadar devam edecek ilahi bir kelamdır.
Kur’an-ı Kerim peygamber efendimizin bize miras bıraktığı ve kendisine gönderilen en büyük mucizedir. Ali (ra) “Ya Resulellah! Senden miras alacağım şey nedir?” diye sorunca, “Peygamberlerin bıraktıkları miras türü şey” diye cevap verdi. “Senden önceki peygamberler ne gibi şeyleri miras bırakmışlar?” sorusuna da “Onlar Allah’ın kitabını ve peygamberlerinin sünnetini...” diye cevap verdi. (Taberanî,-el-Kebîr/Şamile, 5/163). Başka bir hadislerinde: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Muvatta Kader 3)
Kur’an-ı Kerim, hayatlarına rehber ve düstur edinenleri, hayatının merkezine koyan kişi ve toplumları yüceltir. Onu sadece ölülerin kitabı haline getirenleri ise alçaltır. “Gerçekten Allah, bu kitap ile bazı toplulukları yüceltir, bazılarını ise alçaltır. (Müslim)
Konuyla ilgili Muhammed Emin Yıldırım Hoca şunları aktarır.
Kitaba uyanlar yüceldi; Esfel-i Safilin’den Ahsen-i Takvim’e...
Kitaba uyanlar yüceldi; kölelikten özgürlüğe...
Kitaba uyanlar yüceldi; değersizlikten ulviliğe...
Kitabın dirilten sedasına uyanlar, kendilerini dünyanın sahibi değil, şahidi olduklarını anladılar. Yaşamak için değil, yaşatmak için seferber oldular.
Ashab-ı kiram, Kur’an’ın neşet ettiği coğrafyadan kalkarak Kur’an’dan mahrum olanlara o ilahi muştuları ulaştırmak için kendilerini feda ettiler. 23 yılda inen Allah’ın kelamını üç kıtaya ulaştırdılar.
İnkâr ve şer cephesi bu kitabın mucize olduğunu anladılar. Peygamber efendimizin rehberliğinde anlayanlar, mucize nesiller yetiştirmeye devam edecekler. Öyleyse ne yapmalı dediler bu kafirler... Kur’an’ı ona iman edenlerin ellerinden almalı, ona iman etmeyenlerin arasına engeller koymalı...
İnkâr cephesi, Kuran’ı müminlerin elinden alamayacağını anlayınca yeni bir plan devreye soktular. Kur’an kutsal bir kitap olarak Müslümanların elinde kalsın. Düğünlerde, merasimlerde, cenazelerde, kabirlerde okunsun... Ama kimse “Rabbim bana ne diyor, benden ne istiyor? Diye sormasın... Sormayı günah saysın, hükümleriyle amel etmeyi, ahlakıyla ahlaklanmayı aklından bile geçirmesin.
Birileri “Kur’an’a yaklaşma! Sen anlamazsın!” derken bir diğerleri “peygamber bıraktı gitti, şimdi sıra sizde, akıllarımız bizim peygamberimiz” diyerek, Kuran’ı kendi şahsi yorumlarının kurbanı ettiler.
Kuşkusuz bu Kur’an en doğru olana iletir; dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. (İsra 9)
“Allah’ım! Kur’an’ı göğsümün nuru, gönlümün baharı, hüzün ve kederimin kalkmasının vesilesi kıl! (Ahmed bin Hanbel Müsned)