Günlük hayatın koşturmacına kapıldığımız şu günlerde hep bir yerlere yetişme hep bir şeyleri yetiştirme telaşı içerisindeyiz. Günlük rutinimiz içerisinde aksiyon her anımızda kendini göstermektedir. Şöyle ki; sabah uyanıp işe gitmek için evden çıkarken, çocuğumuzu okuluna bırakırken, araba kullanırken, toplantılarımıza katılırken, yemek yerken, marketten alışveriş yaparken ya da günün sonunda eve dönerken… Kısaca her an her yerde hep bir aksiyon halindeyiz.
Bazen yapmayı planladığımız işlere ve uğraşlara o kadar odaklanıyoruz ki pek çok önemli detayı gözden kaçırabiliyoruz. Bir şoför düşünün; bir noktadan çıkıp hedefine varmak isteyen, geçtiği yoldaki onlarca ayrıntıyı görmezden gelen, güzel manzaralara dönüp bakmaya bile zamanı ve fırsatı olmayan bir kişi. Yolun sonunda hedefine varıp amacına ulaşacak olsa bile, o yol üzerindeki pek çok detayı hatırlamayacak, birçok ilgi çekici şeyi fark etmemiş olacaktır. Günlük rutinlerimiz de biraz böyle aslında. Görev ve sorumluluklarımızı yerine getirirken bazen anı yaşamayı, işimizden haz almayı unutuyoruz, öteliyoruz ve gözden kaçırıyoruz.
Zaman zaman günlük işlerimizi ve sorumluluklarımızı aksatmayacak biçimde kısa aralıklarla durup bir kendimizi dinlemeliyiz. Belki sakin bir yürüyüş, telefondan kafayı kaldırıp çevrede olan biteni gözlemleme, koşturmaca halindeki insanları görüp kendimize yavaşlamayı telkin etme hem ruha hem de bedene çok iyi gelecektir. Hatta o kadar yoğun ve meşgulüz ki çocuğumuz heyecanla ve coşkuyla bizlere bir şey anlatırken kafamızı telefondan kaldıramıyor, yarım ağızla çocuğumuza“hıhı hıhı” gibi sevgiden ve duygudan yoksun cevaplar verip çocuğumuzun hevesini ve heyecanını kursağında bırakıyoruz.
Hayatı kaçırma korkusu da günlük yaşamdaki telaşımızın bir başka nedeni olarak gösterilebilir. Her an her yerde olmak istiyor, hiçbir şeyi kaçırmak istemiyoruz aslında. Aynı anda birçok şeyle meşgul olmaya çalışıyoruz. Hâlbuki bazen sakinliğe ve durağanlığa hem beynimizin, hem kalbimizin hem de bedenimizin ihtiyacı var. Yemek masasında sevdiklerimizle anın keyfini çıkarmak dururken bir yandan telefonla uğraşırken bir yandan da gözümüz TV kanallarına ilişiyor maalesef. Hal böyle olunca anı hiçbir zaman yeterince yaşayamıyor hep yarım kalıyoruz.
Sürekli eyleme geçme isteği günlük koşturmacıların en temel nedeni aslında. Durağanlığa ve zihnin rahatlaması için gereken o kısa molalara tahammül dahi edemiyoruz. Dinlenmek için uzandığımız vakitlerde bile elimizden düşürmediğimiz telefonlar yüzünden yine uyarıcılara maruz kalıyor ve dinlenme süreçlerimizden beklenen verim tam manasıyla karşılanmıyor. Bu kadar yoğun tempo ve koşturmacanın içerisinde bile akşam olup geriye dönüp baktığımızda hala bitirilmeyen işler, yetiştirilemeyen görevler olduğunu görüyoruz. Bunlar da insan zihninde gerginlik, huzursuzluk, anksiyete ve stres yaratıyor maalesef. Başardığımız şeyleri, üstesinden geldiğimiz zorluklarla gurur duyup kendimizi ödüllendireceğimiz yerde eksik ve kalan şeylere odaklanıp kendimizi suçlamayı tercih edebiliyoruz.
İnsan olarak amacımız dolu dolu bir yaşam sürebilmektir. Kendimizi birçok alanda geliştirmek, bulunduğumuz sosyal çevreye katkı sunabilmek, işimizi eksiksiz ve kusursuz yapmaya çalışmak çok güzel şeylerdir. Ancak aynı anda pek çok şeyi birlikte yapma isteği anlamı kaçırma, haz alamama ve yorgunluk olarak bize geri dönebilir. İnsanoğlunun sosyalleşmesi ve toplumsal olarak yaşamaya başlamasıyla beraber her zaman başarılı olma ve kusursuz olma isteği de buna paralel olarak artmıştır. İdeal olan bu olsa da bizler insanız, mükemmel başladığımız, tüm süreci planladığımız, her türlü sorumluluğunu aldığımız ama sonucu başarısızlıkla sonuçlanan bazı işlerimiz olmuştur ve olacaktır. Kendimize sürekli kusursuz olma rolünü yüklersek bu ağır yükle yaşamaya çalışırken çok yoruluruz, yıpranırız ve artık bu yükün altında ezilmeye başladığımızı hissederiz.